II. Alan Kurdî Mülteci Çalıştayı” İzmir’de gerçekleştirildi

Halkların Köprüsü Derneği, 2015’de kıyıya vuran cansız bedeninin ardından dünyada mülteci krizinin simgesi haline gelen iki yaşındaki Alan Kurdî ismiyle düzenlediği çalıştayının ikincisini gerçekleştirdi.

Halkların Köprüsü Derneği’nin son üç senedir Türkiye’nin öncelikli gündemi arasında sayılan ve derinleşen bir kriz olarak önümüzde duran mültecilik sorununun farklı yönlerden ele alındığı bu anlamlı çalıştayda  “Haklara sahip olma hakkı Türkiye’de ne anlama geliyor?”, “Osmanlı ve Türkiye’de devletin nüfus ve iskan politikaları”, “Türkiye’de vatandaşlık hukuku”, “Dünyada birlikte yaşam örnekleri”, “Mültecilerle birlikte yaşam kurarken”, “Türkiye toplumunun kırılganlıkları”, “Bir sınıf meselesi olarak göçmenler”, “Mülteciler, sığınmacılar”, “Suriye’de yaşam, kültür ve siyaset neydi?” konu başlıkları altında sunumlar gerçekleştirildi. İzmir Tepekule Kongre Merkezi’nde 29–30 Nisan tarihleri arasında tüm üye ve gönüllülerin katılımıyla gerçekleştirilen “Birlikte Yaşam Kurmak ve Vatandaşlık” temalı çalıştay, iki gün boyunca akademisyen, yazar, hukukçu ve insan hakları aktivistlerinin yaptığı sunumlar ve atölye çalışmalarının ardından yayınlanan bir sonuç bildirgesiyle sona erdi.

“TÜRKİYE’DE, SURİYE’DE HATTA ORTADOĞU’DA MİLYONLARCA İNSANIN KADERİ BUGÜN TÜRKİYE’NİN POLİTİKALARININ İNSANİ, GERÇEKÇİ, ÇOĞULCU VE DEMOKRATİK OLMASINA BAĞLIDIR”

Çalıştayda “Halkların Köprüsü Derneği, neden mültecilik statüsü ve isteyene neden vatandaşlık hakkı talep ediyor” başlığı altında açılış konuşmasını yapan Halkların Köprüsü Derneği Başkanı Prof. Dr. Cem Terzi, derneğin bu soruna dair somut çözüm önerilerini şu şekilde sıraladı: “Ulus, ortak bir yerleşme kararından başka bir şey değildir. Göçmenlere ve mültecilere koşulsuz hoş geldiniz diyoruz. Şans eseri bu topraklarda doğmuş olmak bizleri ev sahibi yapmaz. Bütün topraklar herkesindir. Türkiye’de, Suriye’de hatta Ortadoğu’da milyonlarca insanın kaderi bugün Türkiye’nin politikalarının insani, gerçekçi, çoğulcu ve demokratik olmasına bağlıdır. Suriyeliler dâhil tüm yabancılara mülteci statüsü verilmelidir. İsteyenlere sınıflarına, ırklarına, ulusal aidiyetlerine, etnik kökenlerine, inançlarına, dinlerine mezheplerine bakmadan, hiçbir ayrımcılık yapmadan vatandaşlık hakkı verilmelidir. Her türlü haktan mahrum kalmış bu insanların ‘Haklarına Sahip olma Hakkı’ yaşadıkları topluma itilip katılmadan, sindirilip, tutulmadan katılma hakkıdır. Avrupa’ya hoş görünmek, imtiyazlar koparmak için Türkiye’nin mülteci hapishanesi olmasına gönüllü olunmamalı, başka ülkelere gitmek isteyen mülteciler engellenmemelidir. Ülkesinden ayrılmak zorunda kalmış Suriyelileri, Suriye sevdalarından vazgeçirmeye yönelik politikalardan uzak durulmalıdır. Kamu hizmetindeki tüm metinlerin Türkçe’yle birlikte Arapça ve Kürtçe’yi de içermesi gerekir ancak bu yolla Türkiye bir asimilasyon aracı olmaktan çıkabilir. Yabancı düşmanlığından arınmış bir ortamda yaşama olanağı, sosyal güvenlik ve sağlık hizmetlerine eşit bir biçimde ulaşabilmenin sağlanması için özellikle dil bariyerlerinin aşılması, tercümanlık hizmetlerinin sağlanması şarttır”.

Çalıştayda “Osmanlı’da ve Türkiye de devletin nüfus ve iskân politikaları” konulu bir konuşma yapan gazeteci İrfan Aktan, İzmir’le ilgili algılara da değindi. “Ayrımcılığın hem çok yoğun bir şekilde görünür olduğu fakat aynı zamanda direnen insanların yoğun faaliyetlerden hiç geri durmadığı bir şehir olarak İzmir’in farklı bir yapısı olduğunu” dile getiren Aktan, “İzmir bir zamanlar, militarizmin ve dışlayıcılığın yeri olarak görülse de Savaş Karşıtlığı Derneği en fazla ayrımcılığa maruz kalan vicdani retçilerin haklarını savunarak onların sesini duyulur kılmak için İzmir’de yıllarca çok çetin bir mücadele verdi. Halkların Köprüsü Derneği’nin bu tür faaliyetler yürütmesi özellikle mültecilerin en azından sahipsizlik duygusuna kapılmamaları ve geldikleri yerde herkesin onların karşısında olmadığını, onları her anlamda destekleyen insanların da var olduğunu bilmeleri açısından çok önemli. Bu duygunun kendisini vermek bile çok önemli. Bu da tutunabilmeleri ve varlık mücadelesini sürdürebilmeleri için önemli bir moral desteği. Sesimizin o veya bu şekilde çoğaltılması, bu derneğin veya benzeri faaliyet yürüten STK’ların faaliyetlerini daha da artırmaları çok önemli. En önemlisi de mültecileri dışlayan, onların ülkesine dönmesini talep edenlere karşı argüman geliştirmek gerekiyor. Ben bu anlamda hem derneği hem faaliyetleri çok kıymetli buluyorum” dedi.

Akademisyen Serdar Tekin de, “Haklara sahip olma hakkı Türkiye’de ne anlama geliyor” konu başlığıyla çalıştaya katkıda bulundu. Tekin, çalıştayın ‘Birlikte yaşam kurmak ve vatandaşlık’ temasıyla yapılmasının önemine değinerek şunları söyledi: Önemini kısaca anlatmaya çalışayım. Vatandaşlık meselesi ‘vatandaşlıktan’ daha genel bir mesele olarak önümüzde duruyor. Buradaki “mülteci” statüsü tanınmamış mültecilerin, Türkiye’de hangi statüde yaşayacakları meselesi önemli. Birincisi, uluslararası hukuk açısından son derece tuhaf geçici bir statü içinde tutuyoruz onları. Geçici koruma üç ay, beş ay birilerinin hayatta kalmasını sağlamak için çok işlevsel bir şey olabilir ama ilk gelen mültecilerin altı yılı doldu. Bu insanlar geçici korumayla hayatlarını sürdürmeye ve hayatta kalmaya çalışıyorlar. Müşterek hayata katılabilmeleri için siyasal haklara ihtiyaçları var; vatandaşlık meselesi bu açıdan önemli. Bu insanların artık kalıcı olduklarının, artık herkes tarafından görüldüğü bir noktada, “nasıl bir arada yaşayacağız” sorusuna statü dışında bir yanıt aranamaz. Halkların Köprüsü Derneği’nin altını çizdiği en önemli meselelerden biri de bu. Kendi hayatı üstünde söz sahibi olabilmesinin siyasal özne olarak tanımlanması için bu çok önemli. Derneğin düzenlemiş olduğu bu çalıştay, bu meselenin konuşulması için bir davet niteliğinde. Vatandaşlık meselesinin etrafında dolanmamak, böyle bir sorun yokmuş gibi “geçici misafirlik” statüsü sürdürülebilirmiş gibi yapmaktan vazgeçmemiz gerekiyor. Bu sadece Suriyelilerin ve diğer mültecilerin değil, özet olarak Türkiye’nin entegrasyonu sorunu; bir toplumun kendisini demokratik bir ulus olarak yapılandıracağı tartışmasına doğru yerden başlamak önemli.

İkinci Alan Kurdî Mülteci Çalıştayı, Doğa Elçin Aydoğan, Melda Yaman, gazeteci Kemal Vural Tarlan, Assaad Al Alchi, Doğuş Şimşek ve Pakrat Estukyan’ın konuşmalarıyla son buldu.

Hatice Aktay

Bu yazı sivilsayfalar sitesinden alınmıştır.

 

Read Previous

II. Alan Kurdi Mülteci Çalıştayı: Birlikte Yaşam Kurmak, Vatandaşlık

Read Next

Suriye’nin kayıp çocukları-1: Veri bile yok ki çözüm olsun!