Hazırlayanlar: Gül Gökçan, Çiğdem Açıkyıldız, Senar Ataman
Giriş
Yaşam koşullarının değişmesi, her alanda olduğu gibi, yeni gereksinimlere paralel olarak toplumsal yaşamda da bir takım değişiklikler yaratmıştır. Bu değişikliklerden biri olan göç, toplumların bilincinde derin izler bırakmıştır. İnsanın fiziksel çevresi, maddi yaşam koşullarını ve ruhsal yapısını şekillendirmektedir. Bundan dolayı kişinin bu çevreden kopuşunun zorunlu olduğu durumlarda göç, çoğu zaman geri dönüşü pek mümkün olmayan ve kişinin kendi fiziksel ve dolayısıyla ruhsal çevreden ayrılmasına yol açan bir süreç özelliği göstermektedir (Buz 2004; 7).
Zorunlu göç kategorisinde değerlendirilen mültecilik ve sığınmacılık, çeşitli nedenlerle insanları, ülkelerinde baskı görmeleri nedeniyle, ülkeyi terk etmek zorunda bırakan bir olgudur. Mültecilerin, sığınmacıların öncelikli amaçları yaşamalarına yönelik bir tehdidin olmadığı emniyetli bir çevrede yaşamlarını devam ettirmektir (Buz 2004;7). Mültecilik, zorlu ve geleceği belirsizlikler içeren bir yaşamı ifade eder. Mültecileri ülkelerinden göç etmeye zorlayan nedenler, çoklu travmaların görülmesine sebep olabilir. Bu çoklu travmalarla beraber gelinen ülkedeki yaşam koşulları, sığınma politikası ve insan haklarına verilen değer, mültecilerin kaderini tayin etmede önemli unsurlar olarak rol alırlar. Mülteciler genellikle geldikleri ülkede çoklu travmalar nedeni ile ihtiyaç duydukları psikososyal destek yerine ülkedeki kötü yaşam koşulları içinde çaresiz bırakılmaktadır. Üstelik gelinen ülkede mültecilerin kendi ayakları üzerinde durmasına yardımcı olacak ve sosyal işlevselliklerini harekete geçirecek olan çalışma hakkı genellikle verilmemektedir.
Kitlesel göç hareketlerinin dünyada neredeyse tüm sınırlar arasında gerçekleşmesi, devletlerin bu konu üzerine eğilmesini zorunlu kılmıştır. Göç ve kitlesel sığınma durumlarına ilişkin çözümler üretme anlamında uluslararası kuruluşlar kurularak birtakım evrensel sözleşmeler imzalanmıştır. Böylelikle göç ve iltica konularına yaklaşım, insani yardim ve insan hakları bağlamında değerlendirilmeye başlanmıştır. Mültecilere yönelik kalıcı çözümler üretme konusunda vurgu yapılmaya başlanmış, kişilerin ülkelerine geri dönüşlerini sağlama yönünde çabalar ağırlık kazanmaya başlamıştır. Uluslararası düzenlemelerde mültecilere yönelik yürütülen çalışmalar, 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Cenevre Sözleşmesi 1967 tarihli Protokol ve 1969 Afrika Birliği Örgütü Sözleşmesi çerçevesinde yürütülmektedir (Buz 2004; 7-8).
Mülteci kadın ve çocukların yasadığı sorunlar kendisine has karakteristik özellikler gösterir. Mülteci kadın ve çocuklar incinebilir grupta olan ve fiziksel, ruhsal ve mentol özellikleri bakımından diğer gruptaki mültecilerden farklılıklar göstermektedir. Mülteci kadınlar daha çok cinsiyet temelli sorunlar yaşarken, mülteci çocuklar yaşları, fiziksel durumları (kendilerini koruyamamaları) ve gelişim gösterdikleri aşama nedeni ile çeşitli sorunlar yaşamaktadırlar.
GÖÇ
Göç toplumsal düzeni etkileyen insanları sosyal, ekonomik, psikolojik vb. yönlerden çeşitli sorunlarla karşı karşıya bırakan tarihsel bir olgudur. Tarihin her döneminde yaşanan göç hareketleri benzer özellikler gösterir. İnsanlar kimi zaman daha iyi yaşam standartları için kimi zaman ise karşılaştığı baskı, zulüm, ayrımcılık gibi sebepler yüzünden göç etmişlerdir.
Son yıllarda yoğunlaşmış olmakla beraber göç olgusu günümüze özgü değildir. Yüzyıllar boyunca insanlar, zulüm, siyasal-dinsel-ırksal baskı, silahlı çatışma ve şiddet olayları yüzünden yurtlarını yada içinde yaşadıkları toplumları terk etmek zorunda kaldılar. Bu tür kaçışlara çok eski tarihlerden de örnekler bulunabilir. Fakat kitlesel zorunlu göçlerin gerçek tarihini, modern dünyanın oluşum aşamasından ve özellikle modern milli devletlerin kuruluşundan başlatmak daha doğru olur (Peker ve Sancar 2000: 3).
İkinci Dünya Savaşı ve savaşı takip eden dönem, yakın tarihteki en büyük insan göçlerinden birine sahne oldu. Avrupa sınırları içerisinde, doğuda ilerleyen Sovyet ordularından kaçan Almanlar ve Almanya’da çalışmaya zorlanan yabancı işçiler dışında, tahminen 40 milyondan fazla insan 1945 yılının Mayıs ayında yerinden edildi. Bu arada Nazilerin geri çekilmesinden sonra Yunanistan’da patlak veren iç savaş ve güneydoğu Avrupa’daki diğer çatışmalar, binlerce mültecinin ortaya çıkmasına sebep oldu. Savaş süresince Avrupa dışında da kitlesel yerinden edilmeler yaşandı. Bu olaylar arasında Japon kuvvetleri tarafından kontrol altında tutulan bölgelerden milyonlarca Çinlinin çıkarılması da bulunuyordu. (Dünya Mültecilerinin Durumu 2000: 13)
Modern göç fenomenini karakterize eden göç türleri içinde mülteci ve sığınmacılar en incinebilir durumda olan, başka bir yerde sığınak bulmaya çalışan, belirsizlikler içinde insan hakları ihlallerine karşı korunmaya en çok gereksinimi olan gruplardır (Uçarer 1996: 5 Akt: Buz 2004: 27).
Türkiye’de de göç olgusu özelikle son 20 yıl içerisinde yoğun bir şekilde görülmektedir. Türkiye’de zorunlu göç nedenleri ile etnik azınlıklar arasındaki ilişkiler, tarihsel nitelikler taşır. Türkiye’de etnik grupların yerinden edilmesi, izleri Türkiye tarihinde bulunabilecek geleneksel resmi politika görünümündedir. Türk kimliğinin inşası ve Türkiye Cumhuriyeti devlet söyleminde etnik azınlıkların adlandırılması, etnik azınlıklar üzerindeki politikalar, bu söylemin kuruluşu ve yeniden üretilmesi süreçleri içerisinde anlaşılabilir (Sığınma Hakkı ve Mülteciler 2001: 84)
1984 ten sonraki Kürt etno-politik hareketinin yükselmesiyle başlayan savaş halinin etkisiyle iltica edenlerin sayısı artmıştır. 1980-1999 yılları arasında 579.510 kişi Türkiye’den kaçarak sığınma aramak zorunda kalmıştır (BMMYK 1999 Akt: Sığınma Hakkı ve Mülteciler 2001: 66-67).
Göç nedenleri hem göçmenler hem de zorunlu olarak ülkelerini terk eden mülteciler için benzerlikler göstermektedir. Ancak özellikle sığınma istenmesine yol açan göç politik, ekonomik, savaştan kaynaklı, çevresel ve etnik olabilmektedir (Buz 2004: 18).
GÖÇÜN TÜRLERİ
Göç genel olarak isteğe bağlı ve zorunlu göç olmak üzere ikiye ayrılır. İsteğe bağlı olan göç türlerinde, ekonomik, eğitimsel, sosyal yada başka bir nedenle kendi toplumunu bırakı, diğer bir yere daha iyi bir yaşam sürmek için gitmek söz konusudur. Bu kategoriye, uluslar arası göç, yasal olmayan göç, uluslararası iş göçü girmektedir. Zorunlu olanlar ise, savaş, sivil çatışmalar, devrimler, ayrımcılık, dinsel rekabet, doğal afetler ve gelişim programları yüzünden yerinden edilen insanları içermektedir. Bu kategoriye sığınmacılar ve yeniden yerleştirilenler girmektedir (Parnwell 1993: 41 Akt: Buz 2004: 25)
Zorunlu göç ile nesiller arasında kopukluk yaratılmasının yanında ve daha da kötüsü kişinin tarih bilinci yok edilmektedir. Kişiler, aileler, aşiretler vb. yıllarca yaşadıkları anayurtlarından hiç bilmedikleri yerlere kendi istekleri dışında gittiklerinde yok olan toplumsal ve tarihi değerler hem kişilere hem de topluma zarar vermektedir (Tokuroğlu 2000:6 Akt: Buz 2004: 25)
MÜLTECİLİKLE VE SIĞINMACILIKLA İLGİLİ TANIMLAR
Mülteci/sığınmacı konularında farklı tanım ve kavramlaştırmaların seçildiği, ulusal ve uluslararası kuruluşların kendi perspektifleri açısından konuya ilişkin tanımlar yaptıkları görülmektedir.
1951 tarihli (BMMYK) kuruluş tüzüğünde; “ırkı, dini, milliyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti yada siyasal düşüncesi nedeniyle, zulme uğrayacağına dair haklı bir korku duyduğu için uyruğunu taşıdığı ülkenin veya milliyeti yoksa, eskiden ikamet ettiği ülkenin dışında bulunan ve geri dönemeyen yada uyruğu taşıdığı ülkenin hükümetin korumasından yararlanamamak veya ikamet ettiği ülkeye dönmek isteyen her kişinin mülteci olarak tanımlandığı görülmektedir (BMMYK 1998:64).
1967 yılında kabul edilen Protokol ile 1951 sözleşmesindeki tanımda değişiklik yapılmamış ancak, coğrafi ve tarih sınırlaması kaldırılmıştır.
Afrika Birliği Ülkesi Sözleşmesi’nde ise mülteci tanımı için 1951 Sözleşmesindeki nedenlere ek olarak; dış saldırılar, işgal, yabancı egemenliği ya da ülkelerin bir kısmında veya tamamında görülen kamu düzenini ciddi şekilde bozan olaylar nedeniyle ülkeyi terk etmeye zorlanan kişiler de eklenerek mülteci tanımının kapsamı genişletilmiştir (Buz 2004; 12).
1970 ve 1980’li yıllarda Orta Amerika’daki şiddet ve insan hakları ihlalleri üzerine 1984 yılında kabul edilen Cartagena Bildirgesi ile mülteci tanımı yeniden yapılmıştır. Buna göre “mülteci , yaygın şiddet, dış saldırı, iç çatışmalar, yaygın insan hakları ihlalleri ya da kamu düzenini ciddi olarak bozan diğer durumlardan dolayı yaşamları, güvenlikleri ya da özgürlükleri tehdit altında olduğu için ülkelerinden kaçan kişilerdir” (Buz 2004; 12-13).
14 Haziran 1934 tarihli ve 2510 sayılı İskan Kanunu’nda mülteci; “Türkiye’de yerleşmek amacıyla olmayıp, bir zorunlulukla geçici oturmak üzere sığınanlar” biçiminde tanımlanmıştır. Ancak bu tanımın 1951 Sözleşmesi hükümleri karşısında yasal yönden çok fazla bir anlamı kalmamıştır (Buz 2004; 13).
“sığınmacı” ve “mülteci” sözcükleri aynı anlamdadır. Biri Türkçe, biri Arapça iki sözcük olup, her ikisi de “sığınan kişi” demektir. Ama Türk hukuku buna bir ayırım getirmiştir ve bu iki sözcüğe farklı anlamlar yüklemiştir. Buna göre kişi 1951 Cenevre Sözleşmesinde belirtilen nedenlerden dolayı bir başka ülkeye sığınmak için başvurduğunda “sığınmacı” dır. Hakkında gerekli araştırmalar yapılıp iddialarının doğruluğu kanıtlandığında ise “mülteci” olur ve kendisine “ mülteci statüsü” verilir ( Ural 2005; 48).
MÜLTECİLERİN HAKLARI İLE İLGİLİ BELGELER
Mültecilerin hakları ile ilgili pek çok uluslar arası ve bölgesel sözleşme ve belgeler bulunmaktadır. Tüm insanların sahip olması gereken haklar yanında özel olarak mülteciler lehine de yorumlanacak bir takım hakları içeren bu belgelerden en temel olanları aşağıda yer almaktadır. Bunlar;
1. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948)
2. Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Cenevre Sözleşmesi (1951)
3. Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Protokol (1967)
4. Uluslar arası Sivil ve Politik Haklar Sözleşmesi (1966)
5. Uluslar arası Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (1966)
6. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (1950)
7. Çocuk Hakları Sözleşmesi (1989)
8. Vatansız Kişilerin Statüsüne İlişkin Sözleşme (1954)
9. Vatansızlığın Azaltılmasına İlişkin Sözleşme (1961)
10. Her Tür Irk Ayrımcılığına Son Verilmesine İlişkin Sözleşme (1965)
11. Afrika Birliği Örgütü Sözleşmesi (1969)
12. Cartagena Deklarasyonu (1984)
Aşağıda bu belgelere değinilecektir.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948)
Evrensel Bildirgenin ana fikri insan türünün en yüksek amaçlarını simgeler. Bildirge, siyasi olmayan bir ifade ile her bireyin, insanlık ailesinin bir üyesi olarak bekleyebileceği davranışı tanımlar (insan Hakları ve sosyal hizmet).
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ nun 10 Aralık 1948 tarih ve 217 A (111) sayılı kararı ile benimsenmiş ve ilan edilmiştir.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi genel olarak tüm insanların huzuru, mutluluğu, esenliği, sağlığı vb. için benimsenmiş bir belgedir ve bu anlamda İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi içinde mültecileri de ilgilendiren maddeler bulunmaktadır. Şimdi aşağıda bunlara değineceğiz.
5. Madde: Hiç kimse işkenceye, acımasız, insani olmayan, onur kırıcı ceza ya da muameleye maruz bırakılmamalıdır.
6. Madde: Herkes her nerede olursa olsun yasa önünde bir kişi olarak tanınma hakkına sahiptir
13. (1). Madde: Herkes her devletin sınırları içinde hareket ve ikamet hakkına sahiptir.
13. (2). Madde: Herkes kendi ülkesi de dahil olmak üzere, herhangi bir ülkeyi terk etme ve kendi ülkesine dönme hakkına sahiptir.
14. (1). Madde: Herkes zulüm karşısında başka ülkelerde sığınma talebinde bulunma ve sığınma olanağından yararlanma hakkına sahiptir.
14. (2). Madde: Gerçekten de siyasi olmayan suçlar veya Birleşmiş Milletler’ in amaçları ve ilkeleri ihlal eden davranışlardan kaynaklanan kovuşturmalar söz konusu olduğunda bu hakka başvurulamaz.
15. (1). Madde: Herkesin bir vatandaşlığa sahip olma hakkı vardır.
15. (2). Madde: Hiç kimse keyfi olarak vatandaşlığında veya vatandaşlığını değiştirme hakkından mahrum edilemez.
30. maddesinde ise, bütün insanlar için sivil, siyasi, ekonomik ve sosyal hakları kapsayan temel kuralları ve özgürlükleri belirtir. Ancak Bildirge’ nin kendi içinde yasal bağlayıcılığı yoktur. Bir etik kurallar bütünüdür. Bu etik kuralların gücü, etkisi ve uygulanabilirliği yaygın kabulüne ve ulusal mevzuata uygunluğuna göre değerlendirilebilir (insan Hakları ve sosyal hizmet)
Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Cenevre Sözleşmesi (1951)
Bu sözleşme mültecilerin statüsüne dair hükümleri içermektedir. Bu belge mültecilerle ilgili en önemli belgedir. Bu sözleşme maddeleri 1 Ocak 1951’ den önce meydana gelen olaylar sonucunda ve ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu nedeniyle dönmek istemeyen her şahısa uygulanır (BMMYK,1998: 68).
Bu sözleşmeye göre bir kişinin mülteci statüsüne girebilmesi için öncelikle kendi ülkesini terk etmiş olması veya ülkesinin sınırları dışında bulunması ve yabancı olması gerekmektedir ( Buz; 2004: 46).
Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Protokol (1967)
Cenevre’ de 28 Temmuz 1951 tarihinde imzalanan Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Sözleşmenin sadece 1 Ocak 1951’ den önce meydana gelmiş olaylar sonucunda mülteci olan şahısları kapsadığını dikkate alarak ve zamanla farklı mültecilik sorunlarının ortaya çıkmasıyla 4 Ekim 1967’de yürürlüğe konulmuştur. Bu protokolü onaylayan devletler aynı zamanda Cenevre Sözleşmesinin de temel hükümlerini kabul ediyor anlamına gelmektedir.
Uluslararası Sivil ve Politik Haklar Sözleşmesi (1966)
Bu sözleşmeye taraf devletler, Birleşmiş Milletler Antlaşmasında ilan edilen ilkeler uyarınca insanlık ailesinin tüm üyelerinin niteliğinden gelen onurunu ve eşit ayrılmaz haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu göz önünde bulunduracaktır.
Uluslararası Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (1966)
Genel kurulunun 16 Aralık 1966 tarihli ve 2200 A (XXI) sayılı kararıyla kabul edilmiş 3 Ocak 1976’ da yürürlüğe girmiştir (BMMYK,1998: 226-227).
Bu sözleşmeye taraf devletler, Birleşmiş Milletler Antlaşmasında ilan edilen ilkeler uyarınca insanlık ailesinin tüm üyelerinin niteliğinde bulunan onurunu ve eşit ve ayrılmaz haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu göz önünde bulunduracaktır.
Bu hakların insan kişiliğinin niteliğindeki onurdan kaynaklandığını bilerek, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi uyarınca korkudan ve yokluktan arınmış özgür ve insan ülküsüne ancak kişisel ve siyasal hakların yanı sıra, herkesin ekonomik, toplumsal ve kültürel haklardan yararlanabileceği koşullar yaratıldığında ulaşılabileceğinin bilincinde olmalıdırlar.
Birleşmiş Milletler Antlaşmasına göre, Devletlerin insan hak ve özgürlüklerine karşı evrensel saygıyı geliştirme yükümlülüğü üstlendikleri dikkate alınmıştır.
Başkalarına ve üyesi olduğu topluluğa karşı ödevleri olan bireyin, bu Sözleşmede tanınan hakların geliştirilip gözetilmesi yolunda çaba gösterme sorumluluğundadırlar (insan Hakları ve sosyal hizmet).
Bu belgede mültecileri ilgilendiren bir çok madde bulunmaktadır:
6. Madde; Çalışma Hakkı: Bu sözleşmeyi imzalayan taraf devletler herkesin çalışma hakkını tanır ve bu hakkı, herkesin kendi seçtiği ve girdiği bir işte çalışarak geçimini sağlama imkanına ulaşma hakkını da içerir.
7. Madde: Adil ve uygun işte çalışma şartları,
8. Madde: Sendikal haklar
9. Madde: Sosyal güvenlik hakkı; Bu sözleşme Taraf Devletler, herkese sosyal güvenlik hakkını tanır. Bu hak, sosyal sigorta hakkını da içerir.
10. Madde: Ailenin, anneliğin, çocukların ve gençlerin korunması
11. Madde: Yaşama standardı hakkı
12. Madde: Sağlık standardı hakkı
13. Madde: Eğitim hakkı vardır.
İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (1950)
Bu sözleşmede de diğer belgeler gibi her bireyin bir çok hakkı olduğunu belirten bir sözleşmedir ve bunu imzalayan Taraf Devletler bu sözleşmedeki hükümlere uymak zorundadırlar. Bu belgede de mültecileri ilgilendiren maddeler bulunmaktadır. Bu maddeler şunlardır:
2. Madde; Yaşama Hakkı
5. Madde; Özgürlük ve Güvenlik Hakkı
6. Madde; Adil Yargılanma Hakkı
14. Madde; Ayrımcılık Yasağı
Çocuk Hakları Sözleşmesi (1989)
Bu sözleşme hiçbir ayırım yapılmaksızın, 18 yaş altındaki tüm çocukları kapsamaktadır.
Sözleşme, farklı sosyal ve ekonomik sistemlere ve çeşitli kültürel, etik ve dini yaklaşımlara sahip ülkelerin, sivil toplum örgütlerinin ve Birleşmiş Milletler Kuruluşlarının temsilcilerinin arasındaki uzun tartışmaların sonucudur. Çocukların yüksek yararını öngören bir ruhla, ülkeleri, çocukların kendi ülkelerinin sosyal ve politik yaşamının aktif ve yaratıcı bir parçası olabilmeleri için gerekli koşulları sağlamaya davet eder (insan Hakları ve sosyal hizmet).
Sözleşmede ulusal yasalar çoğunluk için daha küçük bir yaş belirlemedikçe, çocuk: 18 yaşından küçük kişiler olarak tanımlanmıştır. İnsan haklarının –bireysel, politik, ekonomik, sosyal ve kültürel- tamamını kapsayan Sözleşme, bir hakkın kullanımını diğerlerinin kullanımından ayrılamayacağını kabul eder. Bir çocuğun entelektüel, ahlaki ve ruhsal kapasitesini geliştirmek için gereksindiği özgürlüğün, pek çok başka şey arasında, sağlıklı ve güvenli bir çevreye ve bakım, beslenme, giyim ve barınma için minimum standartlara bağlı olduğunu göstermektedir. Ayrımcılık yapılmaması Sözleşmenin önemli bir ilkesidir. Çocuklar, kendilerinin, ebeveynlerinin ya da yasal vasilerinin ırk, renk, cinsiyet, dil, köken, varlıklı olma, özürlü olma, doğum ya da diğer statülerine bakılmaksızın bütün haklarını kullanacaklardır (insan Hakları ve sosyal hizmet).
Mülteci çocukların da ayırım yapılmaksızın bu haklardan yararlanma hakları vardır. Bu anlamda da bu sözleşmede yer alan başlıca haklar şunlardır;
Madde 2; Her çocuğun çeşitli nedenlerden dolayı (din, dil, ırk vb) ayırımcılığa karşı korunması.
Madde 3; Çocuğu ilgilendirecek her türlü kamu ve özel idarelerin yaptıkları işle, çocukların yararını en üst düzeyde korunmasını içerir.
Madde 6; Her çocuğun temel yaşama hakkı ve gelişme hakkı vardır.
Madde 7; Her çocuğun nüfusa kaydedilme ve vatandaşlık hakkı vardır.
Madde 10; Çocukların ve ailelerinin, ailenin birleşmesi amacıyla bir ülkeye girme ya da onu terk etme hakları vardır.
Madde 12; Görüş oluşturma yeteneğine sahip her çocuğun kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkı vardır.
Madde 22; Mülteci sayılan ya da mülteci statüsü kazanmaya çalışan çocukların özel korunma ve yardım sağlanma hakkı vardır.
Madde 38; Savaş gibi silahlı çatışmalardan etkilenen her çocuğun korunma ve bakım sağlanması hakkı vardır.
Bu sözleşmede göze çarpan en önemli özellik, ulusal mevzuatta rastlanmayan “mülteci statüsü kazanmaya çalışan” ve “mülteci sayılan çocuk” ifadesidir. Hüküm, Mülteci statüsü kazanmaya çalışan çocuk ifadesi ile bir boşluğu doldurmuştur. Bu durumda, iltica başvurusu yapıldığı andan itibaren, mülteci statüsü kazanmaya çalışan çocukla, mülteci çocuk aynı haklara sahiptir ( Buz 2004: 47-48).
Vatansız Kişilerin Statüsüne İlişki Sözleşme (1954)
“Vatansız kişi” terimi hiçbir devlet tarafından vatandaş olarak sayılmayan kişi anlamına gelir. Fakat insanlar vatansız olsalar bile insani anlamda hakları her zaman vardır. Bu sözleşmenin mültecileri ilgilendiren maddeleri bulunmaktadır. Bunlar;
Madde 3: Ayrımcılık yapmama; Taraf Devletler din, dil, ırk vb. ayrımcılık yapmaksızın tüm haklar vatansız kişilere de uygulanır.
Madde 4: Din; Taraf Devletler vatansız kişilere, ibadet ve çocuklarının dini eğitim özgürlüğü bakımından en az kendi vatandaşlarına gösterdiği muameleyi gösterirler.
Madde 13: Menkul ve gayrimenkul mülkiyet hakkı; Vatansız kişilerin de menkul ve gayrimenkul mülkiyete sahip olma hakkı vardır.
Madde 15: Dernek hakkı; Vatansız kişilerin de dernek kurma hakkı vardır.
Madde 16: Vatansız kişilerin mahkemelerde taraf olarak bulunma hakları vardır.
Madde 22: Vatansız kişilerin devlet eğitimi hakları vardır.
Madde 23: Vatansız kişilerin sosyal yardım hakları vardır.
Madde 24: Vatansız kişilerin çalışma yasaları ve sosyal güvenlik hakları vardır.
Madde 26: Vatansız kişilerin seyahat etme hakları vardır.
Her Tür Irk Ayrımcılığına Son Verilmesine İlişkin Sözleşme (1965)
Eşitlik ve ayrımcılığın yapılmaması ilkesinden herkesin tam olarak yararlanmasının sağlanması; ırk ayrımcılığının bütün şekillerinin ve görünümlerinin ortadan kaldırılması, ırkçı öğreti ve uygulamaların önlenmesi ve bunlarla mücadele edilmesi, ırk ayrımcılığının ve aleyhte davranışın bütün şekillerinden kurtulmuş uluslar arası bir toplum kurmanın koşullarını içeren Her Tür Irk Ayrımcılığına Son Verilmesine İlişkin Sözleşme ile güvence altına alınmıştır (insan Hakları ve sosyal hizmet).
1969 Afrika Birliği Örgütü Sözleşmesi
Afrika Birliği Örgütü (ABÖ) 1969 yılında Afrika’da Mülteci sorunun belirli yönlerini ele alan sözleşmeyi kabul etti. BM Sözleşmesinin mülteci tanımın tekrarlarken ABÖ Mülteci Sözleşmesi, bu tanımı genişleterek, BM Sözleşmesi’nde açıkça ifade edilmemiş diğer önemli şartları içerir. Bunlar sınırda geri çevrilmeme, sığınma, mülteci yerleşimlerinin yerinin belirlenmesi, mülteciler tarafından gerçekleştirilen yıkıcı eylemlerin yasaklanması ve gönüllü geri dönüşe ilişkin şartlardır
Madde 1- “Mülteci” teriminin tanımı
“Mülteci” terimi aynı zamanda, dışarıdan gelen saldırı, işgal, yabancı ülke hakimiyeti veya kişinin vatandaşı olduğu veya menşeinin ait olduğu ülkenin bir bölümü veya bütününde kamu düzenini ciddi biçimde bozan olaylar sebebiyle daimi ikamet yerini vatandaşı olduğu veya menşeinin ait olduğu ülkenin dışında bir yere sığınmak üzere terk etmeye zorlanan her kişiyi içerir.
Madde II- Sığınma
1. ABÖ’ya Üye Devletler, kendi kanunlarına uygun olarak, haklı nedene dayanan sebeplerden dolayı, vatandaşı olduğu ülkeye geri dönemeyen veya dönmek istemeyen mültecilerin kabulünü ve yerleşimlerini sağlamak için ellerinden gelen gayreti göstereceklerdir.
2. Mültecilere sığınma hakkı vermek barışçıl ve insani bir eylemdir ve hiçbir Üye Devlet tarafından düşmanca bir eylem olarak görülemez.
3. Hiç kimse, bir Üye Devlet tarafından, hayatı,fiziksel bütünlüğü veya özgürlüğünün tehdit altında bulunduğu bir bölgeye geri gönderilmeye veya orada kalmaya yol açacak sınırda geri çevrilme, geri gönderme ya da sınır dışı edilme gibi önlemlere maruz bırakılmaz.
4. Bir Üye Devlet, mültecilere sığınma sağlamayı sürdürmede zorlandığı takdirde, söz konusu Üye Devlet, ABÖ yoluyla ya da doğrudan diğer Üye Devletlere başvurabilir ve diğer Üye Devletler, Afrika dayanışması ve uluslar arası yardımlaşma ruhuna uygun olarak, sığınma sağlayan ülkenin yükünü hafifletmek için gerekli önlemleri alacaklardır.
5. Güvenlik açısından sığınma ülkeleri, mültecileri menşe ülkelerinden olabildiğince makul uzaklıkta bir yere yerleştirilecektir.
Madde III- Yıkıcı eylemlerin yasaklanması
1. Her mülteci… ABÖ’ ye Üye Ülkelere karşı herhangi bir yıkıcı eylemden sakınacaktır.
2. Sözleşmede imzası bulunan Devletler, Kendi topraklarında oturan mültecilerin, Üye Devletler arasında gerginliğe yol açacak herhangi bir eylem ve de özel olarak silah kullanımını, basın veya radyo yoluyla ABÖ’ye Üye Devletlerden herhangi birine saldırısını yasaklamayı üstlenir.
Madde IV- Gönüllü geri dönüş
1. Geri dönüşün özündeki gönüllülük ilkesine her durumda saygı duyulacak ve hiçbir mülteci isteğinin dışında geri dönmeye zorlanmayacaktır.
ABÖ Mülteci Sözleşmesi, 20 Haziran 1974 te yürürlüğe girdi. 31 Aralık 1999 itibariyle, 53 Afrika Ülkesinden 45’i, Sözleşme’ ye taraf olmuştur (BMMYK 2000; 55).
1984 Cartagena Deklarasyonu
Orta Amerika’ da yaşanan bir mülteci krizi sonucunda, 1984 yılının Kasım ayında, Orta Amerika, Meksika ve Panama’ dan bir grup hükümet temsilcisi, akademisyen ve hukukçu, Kolombiya’nın Cartagena şehrinde buluşarak “ Mültecilerle ilgili Cartagena Deklarasyonu” imzalandı.
Cartagena Deklerasyonu, 1951 tarihli Multeciler Sozlesmesi uzerine insa edildi. Afrika Birligi Orgutu’ nun 1969 tarihinde imzaladigi Multecilerin Durumuna Iliskin Sozlesme’ de oldugu gibi, bu deklerasyon da 1951 tarihli BM Multeci Sozlesmesi’ nin multeci tanimini genisletti ve multeciyi “ genel bir siddet durumu, dis ulkelerden gelen baskilar, ulke ici catismalar, insan haklarinin buyuk boyutta ihlal edilmesi veya kamu duzenini ciddi sekilde bozan sartlarin ortaya cikmasiyla, hayatları, güvenlikleri, özgürlükleri tehlikeye düşen”, bu nedenle ülkelerini terk etmek zorunda kalan kişiler olarak tanimlandi.
Bu deklarasyonu ülkeler üzerinde bir bağlayıcılığı olmasa da Amerika Devletleri Örgütü Genel Kurulunda sık sık gündeme getirilir. Orta ve Latin Amerika’daki devletlerin çoğu 1951 tarihli Mülteci Sözleşmesi’ ne yada onun Protokolü’ ne taraftır ve çoğu pratikte Cartagena Deklarasyonu ile genişletilen mülteci tanımı kullanır. Bazıları da bu tanımı kendi milli hukukuna dahil etmişlerdir (BMMYK, 2000: 123).
MÜLTECİLERİN HAKLARI
En genelde mülteci ve sığınmacı için ortak ele alınan haklar ve standartlar şu şekilde ifade edilmektedir:
1. Düşünce, ifade ve toplantı hakkı; düşünce ve ifade özgürlüğü, toplanma hak ve özgürlüğünü, din özgürlüğünü kapsar.
2. Alıkoymaya (gözaltı) karşı koruma; gözetim altına alınmanın yargısal denetimini sağlayan standartlar, gözetim altında bulunan sığınmacıların BMMYK ile haberleşmelerini garanti eden standartlar, keyfi gözaltlarını engelleyen standartlar, gözetim altında bulunan sığınmacıların adi suçlularla bir arada bulundurulmasına dair standartlar, gözetim altına alınma koşullarını, onur kırıcı, zalimce yada insanlık dışı muameleye varması halinde devreye girecek standartlar.
3. Adli yargılama hakkı,
4. Seyahat özgürlüğü hakkı,
5. Çalışma hakkı,
6. Irk ayırımcılığına karşı sığınmacıları koruyan standartlar
7. Mültecilerin zulüm riski olan yere geri gönderilmelerine karşı korunma hakkı (Altınışık ve Yıldırım 2002; 113-138).
Diğer bir sınıflandırmaya göre mültecilerin hakları temelde sosyal haklar, kültürel haklar ve sivil/politik haklar olmak üzere üç başlık altında ele alınmıştır.
1. Sosyal haklar: çalışma, sosyal güvenlik ve yaşamak için yeterli bir yaşam standardı, ev sahibi ülkede sağlık hizmetlerine ulaşmada, dinlenme ve boş zaman hakkı, yasal olarak yerleşen göçmenler için barınacak ev ve aile birleşimi hakkı ve göçmen işçilerin kazanç yada birikimlerinin bir kısmını kendi ülkelerine transfer etme hakkı, serbest çalışan göçmen işçilerin korunma ve barınma hakkını içerir.
2. Kültürel haklar: Düşünce, vicdan, din ve ifade özgürlüğü hakkı, eğitim hakkı, özgürce toplumun kültürel yaşamın içinde yer alma, sanattan hoşlanma ve bilimsel gelişmeye katılma ve bundan yararlar kazanma hakkını içerir.
3. Sivil ve politik haklar: Uluslararası sivil ve politik haklar sözleşmesine göre, yaşam hakkını koruma, dolaşım özgürlüğü ve yerleşeceği yeri özgürce seçme hakkı, herkesin yasadan önce bir birey olarak tanınması hakkı, barışçı bir şekilde dernekleşme ve temsil hakkı, ırk, milliyet yada din konusunda her hangi bir kısıtlama olmaksızın evlenme hakkını içermektedir (Buz 2004; 44).
DÜNYA MÜLTECİLERİNİN DURUMLARI
Tarih boyunca kitlesel olarak yerinden edilenler olduğu gibi bugün Dünya’ da 40 milyondan fazla insan zorla kendi evlerinden ayrılarak şiddet ve zulüm nedeniyle yer değiştirmiştir. Sadece 27 ülke bu sayıdan fazla nüfusa sahiptir. Bu, yerinden edilen “ulus” üç gruptan olmuştur.
1. Mülteciler: Yaklaşık 15 milyon insan diğer bir ülkeye güvenlik gereksinimiyle kaçmıştır.
2. Ülkesi içinde yerinden edilenler (UYE): 2.5 milyon insan bu durumdadır.
3. Sığınmacılar: Yaklaşık 1 milyon insan, diğer bir ülkeden koruma almaya çalışmışlar ancak hala mülteci olarak kabul edilmemişlerdir (Buz; 2004: 61).
II. Dünya Savası’nın sonunda, Avrupa büyük çaplı bir insanlık trajedisiyle karsı karsıya kaldı. Kıta bir yandan yerle bir olmuş altyapısını ve ekonomisini yeniden kurmak, diğer taraftan sayıları 40 milyonu asan yerinden edilmiş insanların, üçüncü ülkelere yerleştirilmesi yada geri dönmesini sağlamak için uğraşıyordu.Daha sonraki süreçte Avrupa ülkeleri kıtaya olan yoğun gocun onunu almak için çeşitli ‘tedbirler’ almaya başladılar. Bati Avrupa hükümetleri, Avrupa Birliği’nin doğusunda bir tur ‘tampon bölge’ yaratan ‘güvenli üçüncü ülkeler’ listesi oluşturdu. Orta Avrupa , Doğu Avrupa hükümetleri ve diğer hükümetler ile yasadışı giriş anlaşmaları yaparak sığınmacıları yolculukları sırasında geçtikleri ‘güvenli’ ülkelere geri göndermeye başladılar. Bu anlaşmalar, sığınmacılara neredeyse hiçbir güvence vermiyor; korunma talebelerinin inceleneceği garantisi olmaksızın, sığınmacıların bir devletten diğerine, zincirleme olarak ‘sınırdışı etmeleri’ riskini taşıyordu.
BMMYK, bu uygulamanın ‘açıkça temel korunma ilkelerine karsı’ olduğunu; refoulement (sığınmacıyı zorla ülkesine geri gönderme) uygulamasına karşı yeterli korunmayı sağlamadığını belirtti. Bu arada, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri de batili komşularının verdiği cesaret ile, gelenlerin sayılarını düşürmek için benzer kontroller başlattı (Dünya Mültecilerinin Durumu 2000: 156-161).
Göç ve sığınma ile ilgili çalışmaların çoğu, 1990’lar suresince, üye devletlerin eşgüdümlü olarak daha siki giriş politikaları uygulamaları üzerine odaklandı. Bu doğrultuda imzalanan 1990 Schengen Sözleşmesi, polis güçlerinin takviyesi, adli işbirliği, ortak vize politikaları ve kaçakçılık cezalarının artırılması gibi şartlar içerirken 1990 tarihli Dublin Sözleşmesi de anlaşmalı taraflar arasında, hangi devletin sığınma dilekçesini kabul edecek en uygun ülkeyi alışveriş yaparmışçasına seçmelerini engellemek ve hiçbir ülkenin sorumluluk kabul etmemesi durumunda ortaya çıkan ‘dolaşan mülteci’ sorununu çözmek için tasarlanmıştı (Dünya Mültecilerinin Durumu 2000: 162).
Mart 1990’da Avrupa Komisyonu “İltica Surecinde Ortak Standartlara Doğru|” baslıklı bir çalışma notu hazırladı. Not, Konseyin ve Parlamentonun bu konuda Maastricht ve Amsterdam Antlaşması ile sağlanan uyumlaştırma sureci bağlamında yapmaları beklenen tartışmalara temel oluşturması amacıyla hazırlandı. Komisyonun hazırladığı nota göre, iltica surecini uyumlaştırımasının olası tek yolu koruma için yapılan tüm taleplerin belirlenmesi amacıyla tak bir süreç hazırlanmasıdır (Buz; 2004: 85).
Avrupa’nın aksine, Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada geleneksel göç ülkeleridir. Bu nedenle, bu ülkeler yeni gelişleri planlamaya ve gelenleri kendi toplumları ile bütünleştirmeye alışkındır. Mülteciler, eskiden beri göçmenlerin bir kategorisi sayılmış ve II. Dünya Savaşı yüzünden yerinden edilmiş kimselerin çoğu süregelen göçmen programları çerçevesi içinde Kuzey Amerika’da yeni bir vatan sahibi olmuştur. İki ülke de uzun zamandır mülteci alımları yapmaktadır ve iki ülkenin hükümetleri ve gönüllüler, mültecileri yerleştirmek için yakın bir işbirliği içinde çalışmaktadır (Dünya Mültecilerinin Durumu 2000: 172-173).
Kuzey Amerika’da 11 Eylül saldırıları mülteci ve sığınmacılar için olumsuz etkiler doğurmuştur. Saldırılar sonrası, ABD, Kanada, Meksika göç ve sığınma surecini uyumlulaştırmak için çabalarını yogunlaştırmıştır. Aralıkta ABD ve Kanada, resmi olarak mülteci ve sığınmacılar için güvenlik sürecini gözden geçirme, sığınmacılar konusunda bilgi paylaşımı ve üçüncü güvenli ülke konusunda anlaşmıştır (Buz; 2004: 72).
Amerika Birleşik Devletleri’ne 1990’ların başında belli bölgelerden, zayıf ekonomi nedeniyle, is bulmak için belgeleri olmadan gelen göçmenlerin sayılarındaki artış, göçmen karşıtı duygularin yayılmasına neden oldu. Bu arada, diğer sanayileşmiş ülkelerde olduğu gibi, Amerika Birleşik Devletleri’nde de kaydı yapılan sığınma başvurularının sayısı gözle görülebilir bir şekilde artarak 1985 yılında 20.000 iken 1995’te 148.000’ e yükseldi. Büyük ölçüde göce karsı olan sağ görüşlü siyasetçiler, göçmenleri ve mültecileri ekonomik ve sosyal sorunlar yaratmakla suçlayarak kamuoyunun korkularını arttırdılar (Dünya Mültecilerinin Durumu 2000: 178).
Sanayileşmiş devletlerin mültecilere sorumluluklarını yerine getirmekte karsılaştıkları en önemli zorluklardan biri, mültecilerin ve diğer göçmenlerin “karışık akınlar” halinde gelmesi olgusuyla ve bununla bağlantılı olarak “farklı nedenlere dayanan göçlerle” uğraşmaktır (Dünya Mültecilerinin Durumu 2000: 155)
Kanada ve ABD’de olduğu gibi göç, Avustralya ve Yeni Zelanda ile bütünleşmiş bir konudur. II. Dünya Savaşi’nın sona ermesinden sonra, iki ülke de, çoğu Avrupa’dan gelen mülteciler için gidilebilecek iki önemli seçenekti. Aileleri yeniden birleştirmek amacıyla veya başka yollardan gelenler hariç 350,000’in üstünde mülteci 1945’ten sonraki 25 yıl içinde, Avustralya’ya yerleşti. Buna ek olarak, 7,000 kişi de Yeni Zelanda’ya yerleşti (Dünya Mültecilerinin Durumu 2000: 180).
Sığınmacı kabul eden bazı sanayileşmiş devletlere yapılan sığınma başvuruları en çok sırası ile -1980-1999 itibari ile- su devletlere yapılmıştır; Almanya, Amerika Birleşik Devleti, Fransa, Kanada, İngiltere, İsveç, İsviçre, Hollanda, Avusturya ve Belçika’dır (Dünya Mültecilerinin Durumu 2000: 170).
Kaynaklar
Buz, Sema,“Aile Politikalarına Mülteciler Boyutunda Bir Bakış”, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, Aile ve Toplum Eğitim-Kültür ve Araştırma Dergisi , cilt:2, sayı:6 Ekim-Aralık 2003
Buz, Sema, “Zorunlu Çıkış Zorlu Kabul- Mültecilik” SGDD Yayınları, Ankara 2004
Yılmaz, Halim, “Mülteci Kadınlar ve Uluslar arası Koruma”, Türkiye’deki Geçici Sığınmacı Kadın ve Çocukların Psikososyal Durumlarının Tespiti ve Yaşam Koşullarının İyileştirilmesi İçin Çözüm Önerileri, Mazlumder, Ankara 2005
Türkiye’deki Geçici Sığınmacı Kadın ve Çocukların Psikososyal Durumlarının Tespiti ve Yaşam Koşullarının İyileştirilmesi İçin Çözüm Önerileri, Mazlumder, Ankara 2005
www. unchr.org.tr
BMMYK Cenevre 1994 “Mülteci Çocuklar Koruma ve Bakim Kılavuzu” Ankara 1994
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK), Kentsel Mülteciler İçin Sosyal Hizmetler, Cenevre: 1994
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK), Dünya Mültecilerinin Durumu 1997-1998 Bir İnsanlık Sorunu, Cenevre: Oxford University Press, 1998
Dünya Mültecilerinin Durumu İnsani Yardımın Elli Yılı 2000, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, Cenevre: Oxford University Press, 2001
Ural, Serpil, “ Mültecilere Yönelik Psikososyal Destek Projesi” Çoluk Çocuk Dergisi Ankara 2005
Mülteciler ve İltica Hakkı Yaşamın Kıyısındakilere Hoş Geldin Diyebilmek İHD yayını
Sığınma Hakkı ve Mülteciler İltica Hakkı Ve Mülteciler Atölyesi Türkiye’de İltica Politikaları 2001 Ankara İHD yayınları