Çoğu zaman en zor şey derdini anlatabilmek. Konuşulan dil aynı olunca bile derdini anlatabilmek kolay değil. Uygun kelimelerin seçilmesi, kelimelerin cümlede anlamlı olabilecek şekilde dizilmesi ve vurgunun doğru yerde yapılması kolaylaştırır anlatılmak isteneni. Ama bunlar karşınızda konuştuğuz dili anlayan biri olduğunda işe yarar. Peki ya bilmediğiniz dilin konuşulduğu bir yere gidiyorsanız ve turist değilseniz. Bir anlamda orada yolunuzu paranız için gözleyen, paranız için dilinizi öğrenen, konuşan insanlar yoksa! Oraya bir turist olarak değil; mecburen gelmişseniz, derdiniz hayatınızı kurtarmak ise ama insanlar sizi anlamıyorsa, tanımıyorsa ve onlara verecek paranız yoksa ne yapabilirsiniz? Derdinizi nasıl anlatabilirsiniz?
Bir düşünün bakalım ülkesini terk edip mecburen Türkiye’ye sığınan insanları ne kadar tanıyoruz? Onları buraya getiren hikayeleri, neler yaşadıklarını ve şimdi hangi şartlarda yaşıyor olduklarını biliyor muyuz? Benim fikrim bilinenlerin çok az olduğu ve çoğunlukla dezenformasyon ve doğru bilgilenme isteğimizin, gayretimizin eksikliği nedeniyle bilinenlerin yanlış olduğu. Medya ve konunun içinde olan pek çok kişi bile bu konu hakkında yeterli bilgiye sahip değil ve gerekli hassasiyeti göstermiyor. Oysa bu insanları tanımamız, dünyada neler olup bittiğini anlamak, onları anlamak için hikayelerini bilmemiz gerekiyor. Bunun için onlara ifade imkanı vermemiz, onları anlamaya çabalamamız gerekiyor.
Mültecileri yazdıklarından, cümlelerinden tanımamız için güzel bir fırsatı bize mülteci Petit Ba verdi. Gazeteci olan Petit Ba ülkesini terk edip Türkiye’ye sığındığında mültecilerin tanınması, sorunlarının anlaşılması için bir şeyler yapılması gerektiğini anladı. Helsinki Yurttaşlar Derneği Mülteci Destek Projesi çalışanlarıyla düşüncesini paylaşıp, destek istemesi, 2007 kışında Mültecilerin Sesi adlı bültenin hikayesini başlatır. Bu hikaye çok değerli bir hikaye. Varlıkları bile görmezden gelinen, önemsenmeyen insanlara ifade imkanın verilmesi hikayesi. Mültecilerin, sığınmacıların açık bir şekilde kendilerini ifade edebildikleri, gerçekliklerini, varlıklarını yansıttıkları, kendi cümleleriyle insanlara seslenebildikleri bültenin hikayesi.
Bu bülten sayesinde neleri okuduk? Festus Okey’in ardından ağıt yakan arkadaşlarının feryatlarını bültenden okuduk. Arkadaşları Beyoğlu Emniyet Müdürlüğünde öldürülen Festus Okey’e “daha iyi bir hayat için ülkeni terk etmek zorunda kalıp da, eve bir tabut içinde dönmek ne kadar acı verici” diye yazdılar. Devamında övünülen misafirperverliğimize nispet “misafirken” öldürülen arkadaşlarının üzüntüsüyle “misafirperverlik medeniyetin temelidir. Ve bu nedenle Türkiye hoşgörüyü öğrenmelidir” demeyi gerekli gördüler.
İstanbul’da mülteci olan müzisyen Enzo’nun hikayesini Mültecilerin Sesi’nden okuduk. Enzo ‘‘Şarkılarımı savaşlara, sosyal adaletsizliğe, kötü yönetimlere, ırk ve din ayrımcılığına karşı söylüyorum. Ve geçmişte olduğu gibi bugün de ifade özgürlüğü ve gerçekçi bir demokrasi için daha kuvvetli mücadele vermeye karar verdim’’ diye sesleniyor bize.
Dicle Nehrine atılan ve boğulan dört arkadaşının ardından duygularını yazan Türkiye’deki bir sığınmacının yazısını gene Mültecilerin Sesi’nden okuduk. Sığınmacı “Ben İranlı bir sığınmacıydım. Bu mektubu size Türkiye ile Irak’ı ayıran Dicle nehrinin dibinden yazıyorum” diye başlıyor yazısına. Yazının devamında şunları belirtiyor: Türkiye’ye umutla geldik. Ama güvenceye ulaşamadan Türkiye’nin yetkilileri tarafından yakalandık. Bize kaçaksınız dediler. Mülteci olduğumuzu söyledik. Derdimizi anlatmak için çok uğraştık. Anlatamadık.. Hikayenin devamını biliyorsunuz herhalde: Türkiye makamlarınca Dicle nehrini yüzerek geçmeye zorlanan bir sığınmacı grubundan dört kişi, 23 Nisan 2008 günü Türkiye ile Irak sınırında, Dicle nehrinde boğuldular. İşte ben şimdi dibinde ıstırahat ettiğim bu nehirle o gün tanıştım…
Sadece dertlerini değil, paylaşmak istedikleri hikayeleri, kültürlerini, aylak insanlar olmadığını da anlayabiliyoruz bu bültenden. Onları tanımak için güzel bir fırsat değil mi? Belki bazılarımız mülteciler zaten yeteri kadar tanınıyor diyecek. Gelin mültecilerin tanınıp tanınmadıklarını öğrenmek için Mültecilerin Sesi’nden yararlanalım. Onlar bizim için mültecilerin, sığınmacıların yoğun oldukları yerlere gidip insanlara mültecilerin kim olduğunu sordu. Birkaç cevap:
“Kimse bilmez neden geldiklerini. Ahali mültecilerle ilgilenmiyor, onları ayak işlerinde kullanıyorlar, kendi suçlarına ortak ediyorlar. Türklerin hiçbiri zencilerle görüşmüyor. İşimiz düşmüyor birbirimize.”
“Burada Arabı, zencisi, fahişesi var. Nereden geliyorlar bilmiyorum ama yüzde 99’u iş için geliyor.”
“Orada aç kaldıkları için geliyorlar. Çoğu buranın vatandaşı olmuş. (Afrikalılar) Orada odun kesip 5 saatte kazanacağını, burada bir saat satıp kazanıyorlar. Afrikalıların hepsi çalışıyor. Aylak gezeni yok.”
“Onlar iyi insanlar, bize zulüm yapmadılar. Bir yabancı, Türkiye’de Türk vatandaşına hiç zulüm yapamaz. Zaten isterlerse de yapamazlar, polislere haber veririz, kaçak oldukları için sınırdışı edilirler.”
“Afrika çok sıcak, Türkiye serin diye geliyorlar. Orada böcek möcek var. Onun için geliyorlar herhalde.”
Anlaşılan mültecileri tanımak için kulaktan dolma bilgilerden fazlasına; mültecilere kulak vermeye ihtiyaç var. Gelin Mültecilerin Sesi’inden, mültecilerin bize açtıkları bu kapıdan; dünyalarını, yaşadıkları zorlukları, ülkelerinden kaçmalarına sebep olan hikayeleri, umutlarını, hayata dirençlerini, kimi zaman isyankar, kimi zaman sitemkar, kimi zaman umutsuz hallerini ve hayallerindeki dünyayı görelim, okuyalım.
Mültecilerin Sesi bültenlerini sitemizde bulabilirsiniz.
Yorum yazabilmek için oturum açmanız gerekir.