Türkiye’de, her şeyden önce, onyıllardır akan kanın durmasına yönelik umudum, beni demokratik açılımı desteklemeye yöneltiyor. Son zamanlarda aklıselim insanlar tarafından demokratik açılımın geliştirilmesine ilişkin yapılan tartışmaları önemsiyorum. Konunun TBMM’de tartışılması bundan 10 yıl önce hayal dahi edilemeyecek bir şeydi. Daha bundan birkaç yıl önce Kürt kimliğiyle anılmak istediği için sürgünde ölen Ahmet Kaya’ya çatal, bıçak fırlatılan bir ülkeydi bizim ülkemiz.
Çalışmak, üretmek ve demokratik açılıma katkı sağlamak gerekir. Toplumu rahatsız eden olaylar, bugüne kadar Anıtkabire giderek halkı Atatürk’e şikâyet etmekle çözülmedi, çözülemeyecektir. Terör olarak adlandırılan savaşın bitmesi için gençlerimizin cenazelerinde bağırmak da çözüm getirmedi Türkiye’ye. Bu nedenle, soğukkanlılıkla, provokasyonlara ve kışkırtıcı kesimlere prim vermeden, bu sürecin tüm siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin, medyanın, akademisyenlerin ve halkın ortak katılımıyla şekillenmesi yararlı olacaktır. Demokratik açılım, devletin üniter yapısına zarar vermeyecek, aksine bu yapıyı ve toplumu daha güçlü kılacaktır.
Türkiye etnik unsurları, çok kültürlü yapısı ve dilleriyle güçlü bir devlettir ve demokrasiye ihtiyacı vardır. Demokrasinin sürdürülebilir olması için demokratik yapının oluşturulması gerekir. Unutulmaması gereken en önemli unsurlardan biri, toplumumuzun demokrasi geçmişinin çok kısa olmasıdır. Bir geçiş toplumu olan Türkiye’de atılacak her adım çok dikkatli atılmalıdır. Bu nedenle, demokratik açılımın başarılı olabilmesi için toplumdaki hassasiyetlerin gözden kaçırılmadan, yıllardır süregelen savaşın haksız nedenlerinin halka anlatılması gerekir. Bu durum elbette ki zaman alacaktır.
Toplumda kardeşlik ve birlikte barış içinde yaşama duygularının geliştirilmesi, Türkiye’deki tüm halkların insan hak ve özgürlüklerinden eşit bir biçimde yararlanması, konunun sadece Kürtler’le ilişkilendirilmemesi açısından elzemdir. Ancak, Türkiye’nin günümüzdeki en büyük sorunu da Kürt sorunu, dolaylı olarak da demokrasi sorunudur. Bunun da göz ardı edilmemesi gerekir. Demokrasi sosyal, kültürel, siyası ve demokratik değerlerle korunabilir; piramitlerini korumak amacıyla firavunlarca yaptırılan hayvan kafalı sfenkslerle değil elbette. Dünyada yaşanan küresel gelişmelere ve toplumsal değişime ayak uydurmaktır burada kastettiğim.
Demokratik açılıma karşı çıkanların Kürt sorununu salt ekonomik bir kılıfa sokmaya çalışmaları ve hala askeri çözümü dayatmaları, daha fazla kan akmasından başka bir çözüm getirmeyecektir. Türkler ve Kürtlerin bin yıllık birlikte yaşama arzusunun köreltilmesi ve ayrımcılığın dayatılmasını isteyen bazı çevrelerin olaya insan hakları perspektifinden bakmadıkları aşikârdır. Empatiden ve anlayıştan yoksun, vizyonları dar ve tek tipliğe programlanmış bu çevrelerin söylemleri de anlaşılır gibi değildir.
Devlet içinde çeteleşmiş ve derinleşmiş birtakım kişilerin akan kandan beslemeye devam etme arzu ve hayali, demokratik açılıma karşı çıkanların tutumuyla güçlenmektedir. Demokratikleşmeye ve insan haklarının geliştirilmesine karşı çıkanların savundukları ve “değer” olarak atfettikleri faşizan söylemleri, kendi tebaalarıyla birlikte yapılandırdıkları kafatasçı ritüel ve imgeleri oldukça tehlikeli bir süreci tetikleyebilir. Bu nedenle hassas ve dikkatli hareket edilmesi gerekir.
Demokratik açılım süreci toplumdaki tüm grupları etkilediği gibi mültecileri de etkilemektedir. Mahmur kampındaki Kürt mültecilerin Türkiye’ye geri “döndürülmesine” ilişkin gelişmeler de, demokratik açılımla birlikte ciddi bir biçimde tartışılır oldu. Bir zamanlar, vatan haini oldukları gerekçesiyle haklarında davalar açılan, kendi dillerinde konuştukları ve kendi kimlikleriyle yaşamak istedikleri için ülke dışına çıkmaya zorlanan bu insanların “gönüllü geri dönüşüne” yönelik hazırlıklar yapılıyor. Buradaki “gönüllü” kelimesinin ne kadar doğru olduğu da tartışma konusudur. Kendilerini devlet yerine koyan birtakım rantçı çeteler tarafından köyleri yakılıp yıkılan, varlıkları, kimlikleri, dilleri ve kültürleri yok sayılan, hayvan pisliği yedirilen, asimilasyon ve işkencenin birçok türüne maruz kalan bu insanların gönüllü olarak geri dönmeleri çok mu kolay algılanıyor?
Mültecilerin geri dönebilmeleri her zaman arzu edilen bir durumken, geri döndürülmeleri istenmeyen birçok olumsuz etkiye neden olabilir. Çoğu çocuk ve kadınlardan oluşan bu insanların yeniden, çabucak, topluma adapte olmasını beklemek olanaksızdır ve bu durum kolay olmayacaktır. Bu kişilerin toplumdaki etiketlenme ve sosyal dışlanma ile de karşılaşması, dönecekleri yerlere bağlı olacak değişecektir.
Geri döndürülecek olan insanlara sağlanacak sosyal yardım ve hizmetlerin tam anlamıyla ne olduğu detaylandırılmamakla birlikte, devletin bu konuda çalışmalarının olduğu bilinmekte. Ancak yapılan bu çalışmaların sadece İçişleri Bakanlığı bünyesinde yürütüldüğü, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ve sivil toplum örgütlerinin sürece dâhil edilmediği bilinmektedir. Bu tutum yanlıştır ve devletin bu konuda yıllarca çalışma deneyimi olan çevreleri dışarıda bırakmaya dönük yaklaşımı sürecin aksamasına ve sağlıklı olarak işlememesine yol açacaktır. Konunun psiko-sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik boyutlarına yeterince ağırlık vermeden, bu konulardaki güvenceleri hazırlamadan tek taraflı olarak süreci hızlandırmak doğru olmayacaktır.
Yorum yazabilmek için oturum açmanız gerekir.