Meriç’e atılan göçmenler, Dicle’ye atılan mülteciler

00mericdicleÖzbekistan’ın Taşturma hapishanesi, bir mültecinin işkenceyle öldürülmesine tanıklık ederken; Meriç Nehri, insan tacirleri tarafından acımasız sularına atılan 16 insanı boğma çabasındaydı. İki farklı mekanda gerçekleşen bu ölümlerin müzmin sebebi, insan onuruna yarışır hayat arayışı.

Senar Ataman yazdı

 

Birinde yaşamak için ülkesinden kaçmak zorunda bırakılan bir mültecinin; diğerinde hak ettikleri daha iyi yaşama kavuşma çabasında olan mülteci mi, göçmen mi diye tanımlayacağımızı bilemediğimiz 16 insanın hikayesi.

Bir tarafta devletlerin çıkarına kurban edilen bir mültecinin; diğer tarafta insan tacirleriyle yaptığı ticarete güvenerek başka bir ülkeye götürülmeyi beklerken dayakla Meriç Nehrine atılan 16 mültecinin, göçmenin ölümü.

Askarov Zayniddin Abdurrasuloviç 1998 yılında öldürülme ve işkenceye uğrama korkusu nedeniyle Türkiye’ye sığındı. Özbekistan’ın talebi üzerine, 1999 yılında Bakanlar Kurulunun onayı ile Dışişleri Bakanlığı tarafından açılan dava sonucu (insan hakları örgütlerinin itirazlarına rağmen) Askarov’un iadesine karar verilir. Konuyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan itiraz sonucu hem Askarov hem iadesi istenen diğer sığınmacı Rustam Mamatkulov hakkında tedbir kararı verilir. Kararın alınmasında ve bu mültecilerin durumunun takibinde Mazlum-Der, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi ve İnsan Hakları İzleme Örgütü aktif rol alır. Buna karşın Türk yetkilileri, Özbek yetkililerle anlaşmaya vararak imzaladıkları belge sonucu “diplomatik güvenceyle” Askarov ve Mamatkulov’u Özbek yetkililere teslim ederler.

Mazlum-Der’in yaptığı basın açıklamasında belirttiği üzere bu mültecilerin iadesiyle dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel özel olarak ilgilenir.

Başbakan Erdoğan ise yıllar sonra Özbekistan’a yaptığı bir ziyaret esnasında konuyu hatırlatan bir gazetecinin sorusu üzerine  “ülkeler arasında derin ve önemli ilişkiler vardır, bunlar bir-iki kişi için feda edilemez” gibi insanların devlet çıkarları karşısında nasıl hiçe sayıldıklarının açık beyanı niteliğindeki sözleri dillendirir.

Sonuç olarak “diplomatik güvenceyle” Özbekistan’a iade edilen Askarov 11 yıl cezaya çarptırılır. Ama cezasının bitmesine kısa bir süre kala tutulduğu Taşturma Cezaevinde uğradığı işkence sonucu ölür.

Bu bir mültecinin ölümle sonlanan hikayesiydi.

Yakın bir tarihte mülteci mi, göçmen mi olduklarını bile bilemediğimiz 16 insanın, insan tacirleri tarafından dövülerek Meriç Nehrine atılmasının hikayesini okuduk, duyduk. Faili bu sefer insan taciri olan ölümlerin mağdurları yine göçmenler ve mültecilerdi.

Peki, bunlar “münferit” olaylar mı? Biraz zihnimizi zorlayıp benzer birkaç olayı hatırlayalım.

Van’da emniyet müdürlüğüne çağrılarak çocuklara okul yardımı yapılacağı söylentisiyle apar topar sınır dışı edilen ve sınırda insan simsarlarının tuzağına düşen Özbek mültecileri hatırlayalım.

Akdeniz’de bir seferde ölen 300 kişiyi

8 Aralık 2007’de Seferihisar’da batan tekneyi ve teknede bulunan 85 kişiden sadece 46’sının cesedinin bulunduğunu, onlarında kimsesizler mezarlığında yattığını

Türkiye tarafından 23 Nisan 2008’de Dicle Nehrine atılan ve boğulan 4 mülteciyi hatırlayalım.

16 insanın insan tacirleri tarafından Meriç Nehrine atılarak öldürülmesiyle, 4 mültecinin Türkiye tarafından Dicle Nehrine atılarak öldürülmesi arasında ne fark var?

Sadece bunları hatırlamakla yetinmeyelim.

Denizin ortasında botları patlatılan göçmenleri, mültecileri

Avrupa Sınır Güvenliği Birimi Frontex’i ve nasıl canla başla insanları Arupa’dan uzak tutmaya çalıştığını

Fortress Europe sitesinin  belirttiği gibi 1988’den bu yana Avrupa sınırlarında ölen en az 14.714 insanı

Fransa’nın yaka paça sınır dışı ettiği binlerce insanı hatırlayalım.

Bu durumda insanların bir devletlere, bir insan tacirlerine sığınması çok mu anlaşılmaz?

Bir tarafta, çıkarlarından ödün vermeyen devletler; diğer tarafta insanlara, nakliye malzemesi gibi davranan, insan tacirleri. Her ikisi de insanların mağduriyetlerine, hak arayışlarına karşı, konumlarını çıkarları doğrultusunda belirliyorlar. O halde mültecilerin, göçmenlerin ölümle sonlanan hayatlarını anlamak için gizemli, muntazam sebepler aramaya gerek var mı?

Read Previous

Bu dünyada yerleri yok, günleri var

Read Next

Avrupa hala bir ‘umut’