Dünya Mülteciler Günü ve bir soru: Kürt mültecilere ne oldu?

01sen20 Haziran, mültecileri hatırlamaya, yaşadıkları sorunlara dikkat çekmeye adanmış bir gün. İnsan hakları alanında hep ilerleme sağladığını savunan ve 20 Haziran’da neredeyse mülteci hakları savunucusu rolüne soyunan devletlerin, sığınmacıların yaşamlarını zorlaştıran, denizlerde, sınırlarda ölümlere neden olan politikaları, sığınma alanında onlarca sorunun yaşanmasına sebep olmaktadır.

Dolayısıyla 20 Haziran vesilesiyle mültecileri hatırlamak, sorunlarına dikkat çekmek istediğimizde onlarca sorunu yazmak hiç de zor değil. Sadece Türkiye odaklı değerlendirince bile birçok hayati sorunu yazmak mümkün. Dünyanın en büyük yerinden edilme hareketine maruz kalan Suriyeli mültecileri, ısrarla sığınma hakları çiğnenen Afgan mültecileri, 14 yıl boyunca başka bir ülkeye yerleştirilmeyi bekleyen kadın mülteciyi, polis tarafından öldürüldüğü iddia edilen 17 yaşındaki Lütfullah Tacik’i, sınırda donanları, ölenleri ve bu sorunların gölgesinde Türkiye’nin dört bir yanında onlarca sorunla boğuşan binlerce mülteciyi hatırlatmak bir nebze açıklayıcı olacaktır.

Bütün bu sorunların farkında olmakla birlikte 20 Haziran dolayısıyla başka bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Bunun sebebi tam da istendiği gibi unutulmaya terk edilmiş bu konunun artık unutulmuş olması ve dikkatlerden kaçmasıdır. 20 Haziran dolayısıyla kaleme aldığım bu yazı, artık alandaki sivil toplum örgütlerinin de ilgisini kaybeden ve 12 yıl önce BMMYK ve Türkiye tarafından unutulmaya, belirsizliğe, bir anlamda ölüme terk edilen Kürt mültecilere adanmıştır.

krtmltcler_39

Hatırlanacağı üzere 2001 yılında ABD’ye 11 Eylül saldırısı gerçekleştirildi. Aynı yıl Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) Kuzey Irak Ofisi, mülteci olarak kabul ettiği kişilerin başka ülkelere yerleştirilme işlemlerini durdurdu. ABD’nin 2003 yılında Irak’a saldırmasını takiben ise BMMYK Irak Ofisini kapattı. Bu, Irak’taki mülteciler için savaşın ortasında onlara uluslararası koruma sağlaması gereken BMMYK’nın onlar için herhangi bir tedbir almadan gitmesi yani onları ölüme terk etmesi anlamına geliyordu. Bu gelişme İran’ın baskıcı rejimine karşı mücadele veren ve sonuçta değişik tarihlerde Irak’a sığınarak BMMYK Ofisi tarafından mülteci olarak kabul edilen Kürt mülteciler için daha büyük bir sorundu.  Çünkü bu gruptan birçok insan Irak’ta savaşın başlamasından önce İran istihbaratı tarafından öldürülmüştü. Haliyle savaşın sürdüğü bir ortam hepsi için hayatlarına dönük büyük bir sorundu. Dolayısıyla 1210 Kürt mülteci (bazı belgelere göre 1204) BMMYK Irak Ofisinin yeniden yerleştirmeleri durdurması, sonrasında kapanması, BMMYK Irak Ofisi çalışanlarının onları Türkiye’ye yönlendirmesi ve hayatlarının tehlikede olmasından dolayı 2001-2003 yılları arasında Türkiye’ye sığındı.

Türkiye’ye gelen ve BMMYK Türkiye ofisine başvuran bu kişiler BMMYK Türkiye Ofisi tarafından da mülteci olarak kabul edildiler. BMMYK tarafından mülteci olarak kabul edilmek uluslararası korumadan yararlanmak ve Türkiye’nin 1951 Cenevre sözleşmesine koyduğu çekince nedeniyle BMMYK Türkiye Ofisi tarafından başka bir ülkeye yerleştirilmeyi ifade etmektedir.  Ama 7.11.2003 tarihinde BMMYK Türkiye Ofisi ve devlet yetkilileri arasında eşi benzerine pek rastlanmayan bir toplantı yapıldı.  Bu toplantı adeta BMMYK Türkiye Ofisi ve devlet yetkililerinin kafa kafaya verip Kürt mültecilerden nasıl kurtulabileceklerini kararlaştırmaya çalıştıkları bir toplantıdır. Açıkçasını söylemek gerekirse mülteci haklarını korumak konusunda uluslararası sorumluluğu bulunan BMMYK’nın bu toplantıdaki tutumu varlığını inkarla eş anlamdadır. Bu toplantı BMMYK açısından en yalın anlamıyla “uluslararası koruma” yükümlülüklerinin inkarı ve bir mülteci grubuna yönelik ayrımcı yaklaşımı ifade etmektedir. Türkiye açısından ise taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle mültecilere tanınan hakların gaspı ve sıkça dile getirilen mültecilere yönelik olumlu yaklaşımın çoğu zaman olduğu gibi sözde kalmasıdır.

BMMYK ve devlet yetkililerinin hem fikir olduğu toplantı kararına göre hem BMMYK Irak hem BMMYK Türkiye Ofisi tarafından mülteci olarak kabul edilen Kürt mülteciler, mülteci olarak değerlendirilmeyecek ve başka bir ülkeye yerleştirilmeyecekti. Türkiye, Kürt mültecilerle ilgili sorumluluk sahibi olmadığını; sorumluluğun (savaş halinde olan) Irakta olduğunu iddia etmekteydi. BMMYK ise mülteci olduklarını kanıtlamak için yıllarca çabalayan ve sonunda hem BMMYK Irak hem BMMYK Türkiye Ofisi tarafından mülteci olarak kabul edilen Kürt mültecilere uluslararası koruma sağlamak yerine devletle işbirliğine gidip onlardan kurtulmak için çabalıyordu.

krtmltcler_30

Kürt mülteciler bugün benzer bir mücadeleyi veren Afgan mülteciler gibi oturma eylemleri, dudaklarını dikerek günlerce süren açlık grevi gibi birçok eylemi defalarca, güçleri yettiğince, umutlarını korudukça yaptılar. Sadece bununla da yetinmediler; mülteci olduklarını ve korumaya muhtaç olduklarını kanıtlamak için hazırladıkları dosyaya İran rejimi tarafından arkadaşlarına yapılan işkence ve ölüm fotoğraflarını, İran rejimi tarafından öldürülen arkadaşlarının isim listesini ve birçok belgeyi ekleyerek dosyayı İçişleri Bakanlığına, BMMYK ve insan hakları örgütlerine verdiler. Ama sonuç değişmedi. Bütün kanıtlara serzeniş, mücadeleye, iki kez mülteci olarak kabul edilmelerine rağmen Türkiye’nin ve BMMYK’nın kararında bir değişiklik olmadı.

Bu konu uzun bir dönem mültecilerle çalışan insan hakları örgütlerinin de gündeminde yer buldu. İHD, Mazlum-Der, Uluslararası Af Örgütü (UAÖ) yetkililerinin de içerisinde bulunduğu heyet, dönemin başbakanı Abdullah Gül ile yaptıkları görüşmede (2005 yılında) Kürt mültecilerin durumunu gündeme taşıdılar. O toplantıya katılan ve o zaman Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şube başkanı olan Levent Korkut, UAÖ Ankara grubu toplantımızda Abdullah Gül’ün Kürt mültecilerle ilgili “biz onları açık cezaevi koşullarında tutuyormuşuz” dediğini ve konuyla ilgileneceğini söylediğini ifade etmişti. Fakat STÖ’lerin çabalarına devlet yetkililerinin sözlerine rağmen durumlarıyla ilgili herhangi bir değişiklik veya iyileşme olmadı.

10.07.2009 tarihinde benim de çabamla dönemin Diyarbakır DTP milletvekili Gültan Kışanak, Kürt mültecilerle ilgili İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın yanıtlaması istemiyle yazılı soru önergesi verdi. Kürt mültecilerle ilgili 16 hayati sorunun sorulduğu önergeye gelen cevap, soruları cevaplamaktan uzak onları ölüme, belirsizliğe terk eden yaklaşımdan ziyade neredeyse Kürt mülteciler için her şeyin yapıldığını belirten bir pervasızlıktadır.

Soru önergesine verilen cevapta BMMYK ile işbirliği içerisinde kanser, böbrek yetmezliği, hepatit-C ve benzeri ciddi hastalık taşıyanların insani gerekçelerle başka ülkelere yerleştirilmesine izin verildiği belirtilmektedir. Bir lütuf olarak sunulan bu gelişme belirtilen hastalıkların uzun süreli ve pahalı bir tedaviyi gerektirdiği dikkate alındığında kast edilen insani gerekçelerin mahiyeti daha kolay anlaşılır olmaktadır.

Dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın Gültan Kışanak’ın soru önergesine verdiği cevapta “insani mülahazalarla İranlı gruba olumlu yaklaşıldığı ve yaşam şartlarını kolaylaştırıcı tedbirler alındığını” belirtilmektedir. Önergeye verilen cevapta belirtildiğine göre çalışma izni almaları için kolaylık, yardım sağlanması, ilköğretim çağındakilerin eğitim görmesi ve günlük imzalar konusunda kolaylık sağlandığı belirtilmektedir. Oysa önerge cevabında yer alan kolaylaştırıcı tedbirlerin hiçbiri mültecilerin hayatlarında bir karşılık bulmamaktadır.

2001 yılında 13 yaşında bir çocuk olarak Türkiye’ye sığınan Leyla’nın multeci.net sitesinde yer alan mektubunda yazılanlar şunlardı: “Ben Türkiye’ye gelmeden önce okula gidiyordum ve bir geleceğim olacaktı. Ama Türkiye’ye geldiğimizden beri okula gidemiyorum… Şimdi hiçbir geleceğim yok… 

Önerge cevabında çalışma izni için kolaylık sağlanacağı belirtilirken hasta bir mültecinin multeci.net sitesinde yer alan mektubunda şunlar yazılıydı: 17 yaşındaki kızım sabah saat 7’den akşam saat 11’e kadar çalışıyor. Ama yabancı olduğu için sadece 200 YTL veriyorlar. Biz bu ücretle 7 kişi bir ay geçinmek zorundayız. Ben bir baba olarak eşimden ve çocuklarımdan çok utanıyorum… 

Bu mülteci grubundan birçok kişinin hikayesine, yaşadığı sorunlara tanıklık ettim. Her birinin yaşadığı sorunlar itildikleri belirsizliğin bir yansıması, sonucuydu. O yüzden hangisinin hikayesine bakarsanız bakın göreceğiniz belirsizliğe terk edilmiş daha önceki yazımda kullandığım ifadeyle yok sayılan insanlardır.

Kürt mültecilerin durumunun daha iyi anlaşılmasına vesile olması amacıyla bu gruptan bir mülteci kadının yaşadıklarına yer vermenin yararlı olacağını düşünüyorum. Beşir Atalay’ın Gültan hanıma verdiği cevapta bu insanlara olumlu yaklaşıldığı, yaşamlarını kolaylaştırıcı tedbirler alındığı ifade edilmekteydi. Oysa aynı gruptan bütün mülteciler gibi artık Türkiye’de 6. Yılını dolduran kadın mülteci A’nın da yaşadıkları belirtilen kolaylaştırıcı tedbirlerden yoksundu. A… yalnız bir kadın mülteci olduğundan karşılaştığı sorunlar daha çetindi. A…  İran rejiminin baskıcı, inkarcı politikalarına karşı mücadele vermiş ve onurlu bir yaşam uğruna mülteci olmuştu. Türkiye’ye sığındığı 2001 yılından beri bin bir zorlukla mücadele ederek yaşamını kazanmaya çalışıyordu. Barındığı yer eskiden bodrum olarak kullanılan yerin elden geçmiş haliydi. 2007 yılında bu bodrumdan bozma yerin kirasını ödemek ve geçimini sağlamak için daha önce ona reva görülen ev temizliği, bulaşık yıkama gibi işleri aramaya başladı. Temizlik çağrıldığı bir evde bayıltıldı ve 3-4 kişinin tecavüzüne uğradı. Kendine gelip gözlerini açtığında şehirden uzak bir inşaatta üstü başı yırtık, ağrı, sızı içerisindeydi. Barındığı yere ulaştıktan sonra ilk işi bir aya yakın kendini eve kapatmak oldu. Yaşadığı olayın etkisinden kurtulamayan A…  bir aya yakın kafasında cam, bardak kırmış, kafasını duvarlara vurmuştu… . Bir kadın mülteci arkadaşının cesaretlendirmesiyle yaşadıklarını BMMYK Ankara Ofisine anlatmak için BMMYK’nın kapısını çaldığında içeri alınmayacağı söylenir. Defalarca içeriye girip derdini BMMYK çalışanlarına anlatmak için çaba göstermesi sonuç vermez. Hiçbir şekilde A… içeri alınmaz. Kapıdaki görevli tarafından ne söyleyecekse kapıda söylemeye zorlanır. Hiçbir şekilde BMMYK binasına alınmazlar. Sonunda kendini kaybeden A… kendini yere atıp, yerde debelenmeye,  bağırıp, çağırmaya, elbiselerini çekiştirmeye ve ağlamaya başlar. Yine de BMMYK binasına alınmaz. Ve en hafif tabiriyle BMMYK, A..’nın  yaşadığı travmaya güçlü bir katkı sunup travmasını derinleştirir.

Bu mülteci kadının yaşadığı hem BMMYK’nın hem Türkiye’nin Kürt mülteci grubuna yaklaşımını göstermesi açısından oldukça açıklayıcıdır. A..’nın yaşadıkları soru önergesine verilen cevapta belirtilen yaşam şartlarının kolaylaştırılmasının mülteci hayatlarına nasıl yansıdığı ve BMMYK’nın koruması gereken mültecilere nasıl yaklaştığının anlaşılması bakımından dikkate değerdir. Eğer A… ayrımcılığa uğramamış, sığınma hakkı gasp edilmiş olmasaydı onurlu yaşam adına sığındığı Türkiye’de hayatını altüst eden bu olay yaşanmadan başka bir ülkede yeni bir yaşam kurmaya başlayacaktı. Dolayısıyla BMMYK ve Türkiye’nin bu mültecilerle ilgili bahsettiği olumlu yaklaşımın mülteci hayatlarına yansıması ölüme, tecavüze, ekonomik sömürüye karşı korunmasız bırakılmak anlamını taşıyordu.

Bugün Kürt mültecilerin durumunu yazmak onları belirsizliğe, ölüme terk eden politikalara ortak olmama ve onlara ne olduğunu sorma hakkı açısından önem taşımaktadır. Çünkü Türkiye’ye sığınan 1210 Kürt mülteciye (sağlık gerekçesiyle üçüncü ülkeye yerleştirilmelerine izin verildiği belirtilen 135 mülteci dışında)ne olduğunu bilmiyoruz. Bu mültecilerin hangisi nerede, nasıl yaşıyor ya da kaçı öldü bilemiyoruz. Ben Kürt mültecilerle iletişimi olan birçok kişiye danışarak Türkiye’de kalmış olabilecek mültecilere ulaşmaya çalıştım. Ama bu mümkün olmadı. Çünkü birçoğu uluslararası korumanın gerekleri yerine getirilmediği için çokça eleştirilen insan tacirleri aracılığıyla başka ülkelere sığınmaya çalıştı. Tahminim gidemeyenlerin BMMYK’dan Türkiye’den ve daha da kötüsü alandaki sivil toplum örgütlerinden de umutlarını kestikleri ve bir beklenti içinde olmadıkları dolayısıyla hepsiyle iletişimlerini kopardıklarıdır.

O dönem Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Mülteci Hakları Koordinatörü olan Taner Kılıç, uzun bir süre Kürt mültecilerle ilgili çalışma yürütmüş, grup üyeleriyle görüşmeler gerçekleştirip, durumlarını raporlaştırmıştı (Ayrıca EXCOM raporu). Bu yazı vesilesiyle hem Taner Kılıç’a hem Kürt mültecilerin durumunu takip eden ve konuyla ilgili çalışma yürüten avukat Salih Efe’ye Kürt mültecileri sordum. Aldığım cevaplar şöyle:

Salih Efe: Tabii maalesef büyük çoğunluğu kaçak/illegal yollardan Avrupa’ya gitmek zorunda kaldılar. Çünkü BMMYK onları yerleştirmedi. Devlet de onlara çıkış izni vermedi. Dolayısıyla yapabilecekleri tek şey kaçak yollardan Avrupa’ya, Amerika’ya gidebilecekleri her yere gitmekti. Ve sonuçta gittiler. Çoğu gitti. Tabii yollarda ölenler, boğulanlar oldu. Bunların sayısını gerçekte bilmiyoruz. Ama çok büyük bir insanlık dramı yaşandı o dönemde. Bana göre BMMYK’nın yaptığı şeyle Türkiye Cumhuriyeti devletinin de yaptığı şey yasal değildi. Yani insan hakları sözleşmelerine, BM  insan hakları evrensel bildirgesine, yani insanların serbestçe hareket edebilme özgürlüklerine dair bir sürü uluslararası sözleşme ve maddeye aykırıydı . Bence hem Türkiye’nin iç hukukuna hem uluslararası hukuka aykırı eylem ve işlemdi. Ama sonuçta bunu hem BMMYK hem devlet beraber yaptılar.

Taner Kılıç: Ben yıllar önce UAÖ Genel merkezine bir rapor hazırlamıştım, o zaman Van’a gidip önemli sayıda bu gruptan kişi ile görüşmüştüm. Sonrasında da grubu takip etmeye çalıştım. Başbakan olduğu dönemde Abdullah Gül ile bir insan hakları heyeti bu grup hakkında görüşmüştü. Abdullah Gül “bu gruba açık cezaevi şartları yaşatıyormuşuz, durumlarını düzeltmek için bakalım” diye bürokratlarına talimat verdiğini duydum ancak durumlarında hiç bir gelişme olmadı. Türkiye’den ümidi kesen grup üyelerinin de zaman içinde Avrupa’ya kaçtığını, oralarda hepsinin mülteci statüsünü aldığını, Türkiye’de bu gruptan çok az kişinin kaldığını (belki 5-10 kişi) duydum. 

Kürt mültecilerin karşılaştığı hukuksuzluk Türkiye ve BMMYK açısından zamana yayılarak ve unutulmaya terk edilerek kapanmaktan uzaktır. Üzerinden yıllar geçmiş olsa da yapılan hukuksuzluk aleni bir şekilde durmaktadır. Hem Türkiye’nin hem BMMYK’nın bu konuda özeleştiri yapması en azından bugün itibariyle onları ölüme terk eden yanlış yaklaşımın, hukuksuzluğun hala savunulmadığını göstermesi açısından önemlidir.

Yazı başlığındaki “Kürt Mülteciler ne oldu” sorusunu asıl cevaplaması gerekenler belli: BMMYK ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Ama BMMYK, mülteci haklarını korumakla yükümlü olduğu için asıl sorumlu olarak düşünülmeli. BMMYK’nın kamuoyunu bilgilendirme sorumluluğu olduğunu ve Kürt mültecilere ne olduğuyla ilgili açıklama yapması gerektiğini düşünmekteyim. BMMYK’nın mülteci olarak kabul ettiği bu insanlara neler olduğunu, neden onların hakkını savunmak yerine devletle işbirliğine gittiğini, onları nasıl insan tacirlerine muhtaç kıldığını, iki kez mülteci olarak kabul etmesine rağmen kaçının insan tacirleri nezaretinde yeniden sığınma ararken denizlerde ya da sınırlarda hayatını kaybettiğini, kimin nerede nasıl yaşadığını açıklama sorumluluğu bulunmaktadır. Bu sorumluluk BMMYK’nın mültecilere uluslararası koruma sağlama yükümlülüğünün bir gereğidir. BMMYK’nın 20 Haziran dolayısıyla yapılabileceği en anlamlı şeylerden biri Kürt mültecilere ne olduğu sorusuna açıklık getirmektir.

krtmltcler_17

krtmltcler_21

krtmltcler_27

krtmltcler_46

krtmltcler_47

Read Previous

Meet the Windcrest Academic Decathlon Team

Read Next

Mültecinin Adı Var, Hakları Yok