İltica ve göç alanında bir şekilde önemli aktörler olarak sayılan bazı kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları, yerel idareler ve bazı meslek odaları gibi Barolarımızın da uzun yıllardır büyük oranda mülteci ve göç alanına ilgisiz kaldığını söylemek sanırım haksız bir değerlendirme sayılmayacaktır.
Belki de bundan dolayı 6458 sayılı YUKK’nun hazırlanmasında yasa koyucu –başkaca kanun ve düzenlemelerde 1136 sayılı Avukatlık Kanununun adli yardım hükümlerine atıf yapma gereği duymazken- 57/7 ve 81. maddeleri ile Avukatlık Kanununa, adli yardım hükümlerine ve dolayısıyla Barolarımıza somut atıflar yapmıştır. Bu haliyle adeta yasanın hazırlanmasında çok sözü edilen ve göç alanında oluşturulmasının arzulandığı ifade edilen “check and balance” sisteminin yerleşmesinde Barolara pozitif bir sorumluluk yüklenmiştir. Bu maddeler ile Türkiye tarihinde ilk kez bir yasa ile yeni uygulaması başlanan bu sahanın bazı idari ve yargısal denetim mekanizmalarının sadece kağıt üzerinde kalmayıp Barolar aracılığı ile etkin denetimi imkanı oluşturulmuştur.
(Yasanın çıkmasından sonra uygulamada denetimin oluşturulmasında Barolara önemli bir rol verilmekle birlikte yasanın oldukça uzun sayılabilecek –ve benzeri yasama faaliyetlerinde görmeye alışık olmadığımız- hazırlık sürecinde Baroların istişare mekanizmalarında bulunmaması, hatta akla bile gelmemesi kanaatimce yukarıdaki yorumumu teyit etmektedir. Zira yasayı hazırlayan ekibin başta alanda çalışan akademisyenler ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere birçok aktörle sayısız kez tekrarlanan istişare toplantılarında bilebildiğimiz kadarıyla Barolar önemli bir aktör olarak masada yer almamıştır. Bu durum Baroların da kendisini bu alanda önemli ve sorumlu bir pozisyonda görmemesinin bir sonucu olabilir. Bu görüntünün bir anlamda bir başka çıktısı olarak Yasanın 114. maddesi ile oluşturulan “Göç Danışma Kurulu” nda alandan birçok aktöre masada yer verilmişken Barolarımız veya Barolarımızı temsilen TBB’ne bir yer verilmemiş olması söz konusu olabilir.)
YUKK’nun bundan sonra Barolarımız eliyle yürütülmesi gereken uygulama denetiminin ne kadar etkin ve nitelikli olacağı meselesi kanaatimce şu anda Barolarımızın önünde durmakta olan en önemli insani ve hukuki sorumluluk alanlarından birisidir. Ancak bu duruma ilişkin halen Baroların tamamının ciddi bir farkındalık içinde olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Yeni yasanın Barolara getirdiği sorumluluğun tam olarak kavranmaması bir tarafa, değişik nedenlerle adli yardım bütçesinin bu “yabancı” kesimden esirgenmesine yönelik kimi yaklaşımlara dahi rastlanabilmektedir.
Elbette, Baroların sağladığı adli yardımın sığınmacılar nezdinde etkin olarak işlerlik kazanmasında ciddi yapısal, finansal ve insan kapasitesine yönelik sorunlar vardır. İşin kötüsü bu sorunlar kanunun yürürlük kazandığı ve Barolara ihtiyaç duyulduğu bu dönemde tam olarak fark edilip çözüm imkanları geliştirilmiş değildir. Türkiye göç ve mülteci hukuku kanaatimce henüz ilkel dönemini yaşamaktadır. Bu alandaki içtihat hukukunun gelişmesinin önünde büyük ve ciddi engeller vardır. Eğer avukat meslektaşlarımızın ve Barolarımızın bu alana yoğun ve nitelikli bir şekilde dahil olması sağlanamaz ise bu hukuk alanı Türkiye’de gelişmemeye, dolayısıyla idarenin tek başına herhangi bir yargı denetimi olmaksızın tüm uygulamayı kontrol etmesi pratiğine mahkumdur. Bu nedenle Türkiye’de bu alana ilişkin oldukça tarihi bir eşikte bulunduğumuzu düşündüğümü belirtmek isterim.
Sorun alanları
Türkiye’deki sığınmacıların, hele özgürlüğünden alıkonularak Geri Gönderme Merkezlerinde (GGM) idari gözetim altında bulunan yabancıların Baroların adli yardım hizmetlerinden yararlanabilmeleri açısından normal bir vatandaşa nazaran çok ciddi zorluklar ve dezavantajlar içinde bulunduğunun öncelikle fark edilmesi ve buna göre bir pratiğin uygulanmasının kabul edilmesi gerekir. Normalde kendi ayakları ile Adli Yardım Ön Büroya ulaşması gereken adli yardım talep eden kişiler yerine burada bir anlamda Adli yardım mekanizmasının kendisine ulaşması gereken yardıma muhtaç kişiler olduğu düşünülmelidir. Hatta bu kişilerin kendi ülkelerinde veya kendi eğitimlerinde Baro ve Avukatlığın rolü hakkında hiçbir bilgi sahibi olmayabileceği, kendi dillerinde bile okur-yazar olmayabileceği hatırda tutulmalıdır. YUKK’un GGM’de tutulan kişilere yönelik hukuki hakları konusunda bilgilendirme yapılmasını gerektirir birçok maddesi bulunmasına karşılık bunların uygulamada uygulanmayabileceğini dikkate alan bazı tedbirlerin yine bizzat Barolarımızın adli yardım mekanizmaları tarafından düşünülmesi ve bunlara yönelik pro-aktif tedbirlerin alınması gerekmektedir. Buna göre GGM yönetiminin de işbirliği ve onayı ile sığınmacı, göçmen ve tüm yabancıların bu alandaki haklarını ve adli yardım mekanizmasına erişebilme yollarını (özellikle sabit telefon ve faks numarası) rahatlıkla görüp okuyabileceği ve sökülemez şekilde sabitlenen bir şekilde ilanının yapılması hayati derecede önemlidir. Bu kişilerin çoğunlukla Türkçe bilmeyebileceğini düşünerek en azından haftanın belirli gün ve saatlerinde başta Arapça ve Farsça olmak üzere ihtiyaç duyulan dillerden konuşan kişilerin telefonu açacak şekilde bir hazırlık yapılması ise orta vadede çok önemli olacaktır. Keza, GGM’den Barolara erişemeyen kişiler için iltica ve göç alanında çalışan stk’ların Barolara bilgi verme, ihbar etme mahiyetindeki bilgilendirmeleri de Barolarımız tarafından hayati derecede dikkate alınması gereken bilgilendirmeler olarak değerlendirmesi gerekir.
Bu kapsamda, TBB Adli Yardım Yönetmeliğinin adli yardım mekanizmasının işleyişini düzenleyen 5. maddesinin bu durumda bulunan yabancıların başta hukuk ve dil bilmez, mal varlığı konusunda herhangi bir belge sunamaz durumda olan kişiler olarak birçok dezavantajlarını gözeterek uygulanması adeta bir fiili zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır. Buna göre adli yardım ön büroya fiilen erişim, fakirlik durumunun kabulünde birçok belge istemek gibi şartlar yerine bu hususta bazı karinelerin kabulünde adeta zorunluluk bulunmaktadır. Başvurunun kabulünde ve görevlendirmede normal prosedür takip edilmeyip yapılacak adli başvurulardaki çok kısa zaman sınırları göz önüne alınarak çok hızlı davranılması gereği adli yardımdan bu alandaki görevlendirmelerde adeta uyulması zorunlu hususlardır. TBB’nin Barolar arasında farklı anlama ve uygulama pratiklerine son verme ve sığınmacıların dezavantajlarını gözeten bir kaygı ile Adli Yardım Yönetmeliğinde değişiklik yapılması yönünde bir süredir çalışma içinde olduğunu bildiğimizden Yönetmelikten kaynaklanan sorunların kısa vadede çözüleceğine dair iyimser kanaatimiz bulunmaktadır. Ancak Barolarımızın da kendi içinde Yönetmelikte yapılacak değişiklik ile uyum gösterebilecek ve yasadaki kısa sürelerle mücadele edebilecek hızlı ve etkin işleyen bir mekanizmayı oluşturması gerekmektedir. Bu –çoğu adli yardım görevlendirmelerinden farklı olarak- hızlı işletilmesi gereken mekanizma kurulamaz ise bu konudaki haklar sadece yasa ve yönetmelikler metinlerinde kalmaya, uygulamaya hiç geçmemeye mahkumdur.
Adli yardım mekanizmasından avukat görevlendirmesi ile de sorunlar bitmiş olmamakta, esasen yeni başlamaktadır. Nitekim, görevlendirilen avukatın GGM’de veya dışarıda müvekkili ile görüşmesinde başta güvenilir, yetkin ve bağımsız bir tercüman sorunu vardır. Her ne kadar bu hususta YUKK’da düzenleme bulunsa da uygulamada bu sorun çözülmüş değildir. Baroların hem GGM içinde hem de dışındaki avukat görüşmeleri için adli yardım bütçesinden bir tercüman kalemi oluşturulması, bu tercümanların bu alanda tercüme yapma konusunda objektiflik, tarafsızlık gibi etik ilkeleri benimsemiş olması ve bu alanda bir eğitimden geçirilmeleri avukatların güvenebileceği en iyi çözüm olacaktır.
Bunun dışında GGM’de bulunup, pasaportu olmayan ve henüz iltica prosedürü içine girip TC Yabancı Kimlik numarası alamamış kişilerin noterden vekaletname çıkarmasında fiili ve hukuki sorunlar vardır. Bu durumdaki kişiler için adli yardımdan görevlendirilen avukatların HMK madde 77 kapsamında açtığı davalarda – tüm Türkiye çapındaki GİGM kararlarına karşı tek yetkili ve görevli Mahkeme olan- Ankara 1. İdare Mahkemesi davayı kabul etmekte, vekaletin sonradan tamamlanması için avukata bir süre ihtar etmekte ancak noter vekaletini sonradan ibraz edemeyen avukatların vekilliğinin düşürülmesine (ancak davanın davacı asil üzerinden devamına) karar vermektedir. Bu duruma Barolarımızın tepki gösterip ilgili çalışmalar içinde bulunması gerekir. Zira burada artık ilgili yabancının hukuku kadar (belki ondan çok) avukatlık mesleğinin savunulması söz konusudur. Ortada asil tarafından vekalet verilmek istenmeyen veya güvenilmeyen bir vekalet ilişkisi olmadığı, sadece Noterlerin kendince vekalet verecek kişinin resmi olarak kimliğini tespit edememiş olmaya bağlı olarak vekaletname çıkarmak istemediği bir durum söz konusudur. Ortada bir gerçek şahıs bir de vekalet vermek istediği bir avukat varsa hukukun buna çare bulup bu vekaletname meselesini çözmesi gerekmektedir. AİHM ve Avrupa’da birçok ülkede olduğu gibi bu konuda sadece Noter vekaletnamesi değil avukatların kendisinin ve asilin imzası ile oluşturacağı yetki belgeleri veya dava dilekçesine asilin de imzasının alınması gibi muvafakatnamelerin muteber kabul edilmesi gibi araçların geliştirilmesi ve bunların Mahkemeler tarafından kabul edilmesi gerekmektedir. Aksi halde ortada fiilen var olan ancak hukuki haklardan vekil atanmasına engel olmak suretiyle yararlandırılmayan kişiler söz konusu olacaktır. Bu durumun YUKK’un hazırlanma mantığına ve hukuki haklara erişimle ilgili tüm adil yargılanma kriterlerine aykırılık teşkil edeceği açıktır.
Neyse ki, bir şekilde prosedür içine girmiş ve prosedürün farklı evrelerinde bulunan ancak pasaport, kimlik gibi resmi evrakları bulunmayan kişiler hakkında Türkiye Noterler Birliği tarafından yayımlanan 19.09.2014 tarihli ve 93 genel yazı nolu genelge ile bu pozisyonda olan kişilerin Noterden vekaletname çıkarma sorunları sona ermiştir. Ancak bu durumda olan kişilerden hakkında olumsuz karar veya başvurusunu geri çekmiş sayılma gibi kararlardan birisinin tebliğ edildiği durumlarda bazı illerde kişinin davet edilerek kurumda yapılan tebligat ile bu kimliğinin kendisinden alınması gibi bir durum yaşanmaktadır ki, bu durumda da yine kişilerin Noterden vekaletname çıkarmasında sorunlar yaşanmaktadır. İdarenin kişi hakkında olumsuz bir karar verilse bile bu karara karşı idari ve yargısal itiraz ve dava süreleri sona erene, başvurular yapılmış ise de olumsuz karar kesinleşene kadar vermiş olduğu kimlikleri geri almaması, keza ikamet izinlerini uzatması gibi bir durum olmak zorundadır.
Bu bariyerlerin aşılmasından sonra etkili ve nitelikli bir hukuki yardımın sağlanabilmesi için Baroların adli yardım listelerine kayıtlı avukatlar içinden bu alanda görev almak isteyen avukatlara bu alanda uzman bilgisi olan kişiler tarafından sağlanan sertifikalı bir Mülteci Hukuku eğitiminin verilmesi gerekmektedir. Mesleki bir kibre girmeksizin kabul etmemiz gerekir ki Hukuk Fakültelerimizde dersi olmayan ve hatta adı bile anılmayan bu hukuk alanında evvelce bir taban bilgimiz yoktur ve bu alanda etkili bir vekillik yapabilmek için özel bir eğitime ihtiyaç vardır. Hatta bu eğitimlerin gelişen mevzuat ve Mahkeme kararlarını da takip edecek şekilde belirli zaman dilimlerinde tekrarlanması adeta bir zorunluluk olarak görülmelidir. YUKK’na bağlı olarak açılan davaların önemli bir kısmının iki dereceli değil, tek aşamada ve kesin olarak verilen kararlar olduğu hatırlanır ise bu alanda Türkiye’de içtihat hukukunun gelişmesinin zor olacağı ve farklı illerde farklı farklı mahkeme karar ve yaklaşımlarının gelişeceği düşünülmelidir. Bu nedenle Barolar ve avukatlar arasında kendi açmış oldukları davalar ve çıkan kararlar hakkında bir haberleşme ve bilgilendirme ağına kanaatimce çok ciddi ihtiyaç bulunmaktadır. Ancak bu şekilde Türkiye’de farklı yargı kararı yaklaşımlarının öğrenilmesi ve bunların birbirini etkilemesi yolu açılabilecektir. Keza, sadece olumsuz karar sonrasında ve son aşamada avukat atanması yerine (bir anlamda itfaiyecilik olarak nitelendirilen role karşılık) YUKK madde 75/1’in son cümlesinin tanıdığı imkan doğrultusunda daha mülakat aşamasında doğru mülakat ile doğru soruların sorulması ve dolayısı ile gerçeğin ortaya çıkmasında hayati bir rol oynanabilir. Ancak kanaatimizce burada yukarıda bahsettiğim eğitimin daha ilerisinde mülakat üzerine uzmanlığı bulunan kişi ve kurumların eğiticiliğinde ayrı ve özel bir eğitime daha ihtiyaç duyulmalıdır.
Yine, Barolar içinde veya tüm Türkiye’deki Baroların hepsinin birden yararlanabileceği elektronik ortamda hazırlanmış ve avukatların erişimine açık bir “menşe/kaynak ülke veri tabanı” bilgisi nitelikli dilekçeler ve ülkelerdeki tehlike ve zulüm faktörünü açılan davalarda tartışabilmek için son derece önemli olacaktır. Ancak bu durumda bu türden davalar olması gereken hukuki yetkinlikte olabileceklerdir. GİGM kendi kararlarını oluşturmada YUKK madde 93 gereği olarak kendi menşe ülke veri tabanını oluşturacak ise de biz avukatların da davalarında kullanılmak üzere daha geniş bir çerçeveden menşe ülke veri tabanını oluşturması gerekmektedir. Bu kapsamda tüm dünyada objektiflik ve bağımsızlığı genel kabul görmüş ve göç hukukunun gelişmiş olduğu ülkelerdeki Göç Mahkemelerinde güvenilir bilirkişi raporu mahiyetinde değerlendirilen insan hakları kuruluş ve araştırmacılarının raporlarının bu veri tabanında toplanıp Türkçe olarak avukatların hizmetine sunulması gerekmektedir. Keza, avukatlarımıza daha dar kapsamda ve daha somut alanlarda menşe ülke veri bilgisini de içeren bilirkişi raporlarının, amicus breef / 3. taraf raporlarını hazırlayacak uzmanlığı geliştiren kişi ve kurumların bu alanda gecikmeksizin yerlerini alması gerekmektedir.
Bu nedenlerle Türkiye’de yeni bir yasa ve yeni bir genel müdürlük ile bu alanda yepyeni bir uygulama başladığı görüldüğüne göre avukatların ve Barolarımızın bu sahada üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesinde önemli bir tarihi kavşakta bulunduğumuzun bilinmesi gerekir. Başta önemli GGM ve Kabul Merkezlerinin yapılmış olduğu ve yakın zamanda hizmete girecek 13 şehir olmak üzere özellikle Türkiye’de toplam 63 uydu şehirdeki ve diğer illerimizdeki Barolarımız nezdinde ya etkili, nitelikli, şeffaf, adil, insan onuru ve insanlık dayanışmasına uygun bir adli yardım hizmeti sağlanacak, ya da hiçbir insiyatif alınmayarak her türlü istismar ve suistimale açık bu kesim kendi kaderlerine terk edilecektir.
Av.Taner KILIÇ