Savaşlar, diktatörler ve kadınlar

Geçtiğimiz günlerde İspanya’nın çeşitli şehirlerinde binlerce insanın Suriyeli mültecilerin ülkelerine kabul edilmesi için yaptıkları sıra dışı bir dayanışmaya tanıklık ettik. Büyük bir iç savaşı, diktatör Francisco Franco’nun iktidarını gören İspanya, Suriye’yi daha iyi anlıyor olabilir mi?

İspanya, Alcala Zamora ve arkadaşları tarafından kurulan geçici hükümet, kilisenin tepkisi, çalkantılı siyaset, 1936 -39 yılları arasında yaşanan iç savaş, 500 bin ölü, diktatör Franco’nun zaferi ve ölümüne kadar süren (1975) iktidarı.

Suriye, 1970’te Hafız Esad’ın yönetimi ele geçirmesi, 80’lerde Hama kentinde 30 bin insanın ölümü 2000 yılına, yani ölümüne kadar süren iktidar ve sonrasında oğlu Beşar Esad’a devrolan “egemen ailenin rüşvet ve yolsuzluktan beslenen çetelerle iç içe geçerek oluşturduğu bir rejim”.

2011 yılında başlayan çatışmalar, 500 binden fazla insanın ölümü, 5 milyon mülteci ve halen sonlanmamış bir savaş…

Peki, dünyanın savaşsız yerlerinde bile baskıya, zulme uğrayan kadınlar diktatörlerin iktidarda olduğu, iç savaşın yaşandığı Suriye ve İspanya’da neler yaşar?

Bu yazı diktatörlerin bütün zorbalıklarını sakınmadan gösterdikleri Suriye ve İspanya’da kadınların hikayesine kulak vermek için yazıldı.

Bu hikayeler Suriye’de Samar Yazbek ’in ve İspanya’da Natalia ’nın hikayesidir.

Diktatörler, iç savaşlar ve iki kadın

Kadınlardan biri Mercé Rodoreda ’nın Güvercinler Gittiğinde adlı romanında bize hikayesini ve İspanya iç savaşını anlatan Natalia.

Diğeri Suriye’deki iç savaşın ilk dört ayını gören ve yaşananları belgelemeye çalışan Samar Yazbek .

Samar Yazbek, Suriye iç savaşının ilk dört ayının bütün acımasızlığına canlı canlı tanıklık eden yaşananları belgeleyen biri. Onun belgeleri sadece yazılar ve röportajlar değil elbette. Bu belgeler onun ifadesiyle aynı zamanda şunlardır: “Günün sonunda eve elimde belgelerle gidiyorum. Tenden ve kandan belgeler, ağıtlardan, mermilerden ve nereye gittiklerini bilmeyen katillerin suratlarından oluşan belgeler”.

Samar’ın kitabını okudukça Rafik Schami’nin kitabın önsözünde yer verdiği “bazen gerçeklik, hayal ürünü bir öyküden bile umulmayacak kadar fantastiktir” tespitine hak vermemek elde değildir.

Suriye’de yaşananlar, Samar’ın tanıklıkları öylesine acımasız bir savaşa işaret eder ki yolsuzluk, baskı, rüşvete tepki gösteren halka reva görülen ölüm, işkence, zulümdür. Adalet talep eden halk muhatap olarak karşılarında “baltacıları ”, Şehbiba ’yı ve silahlarını muhatap bulabiliyor.

Samar, olayların nasıl başladığını anlatırken mart ayında baş gösteren olaylarda Duma’da “Allah, Suriye, Özgürlük, hepsi bu! Ne Sünni ne Alevi, Ne Dürzi ne İsmail’i, hepimiz Suriye’yiz” sloganlarının yankılandığını belirtiyor.

Rejimin halkın adalet talebine Şehbiba ve baltacılarla uyguladığı şiddet sonucu tablo başka bir şekil alır.

Samar, Dera’da gerçekte 200 ama resmi olarak 70 kişinin öldüğü belirtilen olaylardan sonra, 24 Mart günü, 200 bin kişinin katıldığı cenaze töreninde  “Halk rejimi devirmek istiyor” sloganlarının atıldığını belirtiyor.

Yaşananlar Samar’ın anlatımıyla şunlardır: Rejimin merhametsizliği sınır tanımıyor. Buradaki insanlara tarafsız davranmıyor, normalde birbiriyle komşu olacak, sıradan insanlardan, tıpkı kendine benzeyen canavarlar yaratıyor. …bütün bu katiller nereden çıktı?

İnsanların ölümü garipsenmez, daha fazla insan öldürülür, yetmez şehirler yok edilir, yetmez geride kalanlar mülteci, sürgün edilir…

Herkesin merak ettiği şeylerden biri nasıl olur da ülkenin bir anda alev topuna dönebildiğidir.

Bir anlamda manzara Natalia’nın İspanya’da yaşananlarla ilgili söyledikleri gibidir: Ölenler ölmüştü, sağ kalanlar da ölmüştü, ölmüş gibi olanlar, öldürülmüş gibi yaşayanlar.

Natalia ve Samar farklı coğrafyalarda kadınların savaşa, baskıya, erilliğe karşı verdikleri benzer mücadeleyi bize anlatırlar.

Natalia şöyle der:

“Bu adam mantardan, dediklerinde neyi kastettiklerini bilmezdim. Benim için mantar bir tıkaçtı. Açtıktan sonra şişeye tekrar girmezse bir bıçakla kalem açar gibi inceltirdim. Mantar gıcırdardı. Üstelik kesmek çok zordu, çünkü ne sert ne de yumuşaktı. Sonunda ne demek istediklerini anladım, bu adam mantardan yapılmış dediklerinde… çünkü mantardan olan artık bendim. Mantardan olduğum için değil mantarlaşmam gerektiği için”.

Samar

“… bir kişinin nasıl tek kelimeyle yalnız olabileceğini, dünyanın dört bir köşesinin nasıl bir kalbi ve bitkin bir vücudu kurtarmayacak kadar dar çaresiz kalabileceğini gerçekten anladım. O an insanoğlu için kendini yeniden üretme ve ölü hücrelerini canlandırma yeteneğinin ne kadar önemli olduğunu da fark ettim”

İki kitabın da var oluş sebebi Samar’ın yalın ifadesiyle şöyledir: “Duma’ya son bir bakış atıyorum, işgal altında bir şehir. Tek silahım, hikayelerim”.

Mercé hikayelerinin başarısını, büyük yazar Gabriel Garcia Marguez “iç savaştan bugüne İspanya’da yayımlanan en güzel roman” sözleriyle onaylatır.

Samar için durum daha çetindir. O içinde olduğu, yaşadığı savaşı, büyük bir sorumluluk ve mensubu olduğu mezhebe cephe alarak, yüksek rütbeli subayın tacizine, şiddete, yalnızlığa rağmen vermektedir.

Kahramanlığa inanmayan Samar karşı karşıya olduğu durum için bazen “yaşamla ölüm arasında asılı kalmış bir haldeyim” bazen “yazlıkçıların çok uzun zaman önce ormanda unuttuğu eski bir ahşap iskemle kadar güçsüzüm” der.

Samar için durum bazen o kadar içinden çıkılmaz bir hal alır ve yaşananlar onu öylesi bir ruhsal yalnızlığa iter ki yazdıklarını okuduğunuzda Guy de Maupassant’ın La Horla’sını yad edersiniz.

Natalia için iç savaş, milis gücüne katılan ve geri gelmeyen eşi Quimet’i bekleme, iki çocuğuyla ilgilenme ve yoksullukla mücadele etme anlamını taşır.

Natalia yaşadığı açlık ve yoksulluk karşısında şunları söyler:

İşsizdim, bankada param da yoktu, sonunda elimdeki her şeyi sattım: genç kızlık yatağımı, sütunlu yatağın döşeğini, Quimet’in, büyüdüğünde oğlana vermeyi düşündüğüm saatini. Bütün giysileri. Bardakları, fincanları, büfeyi… Ve kutsal gibi gördüğüm o iki liranın dışında hiçbir şey kalmadığında, utancımın boğazını sıkıp eski patronlarımın evine gittim.

Samar yoksul değildir ama o da artık kitap çevirilerinin parasını dört gözle bekler hale gelir. Samar, yoksulluğu ve açlığı yaşamasa da yaşananların farkında olup şunları söyler:

“Manzara, yerinden edilen ve kaybolmuş, karaya vurmuş ve aç milyonlarca yıl önce yaşamış, tarih öncesi insanlar gibi ormanda, açıkta yemek yiyen, açıkta uyuyan insanları konu edinen bir fantastik filmden alınmışa benziyor.

Benim midem doluyken, aç gezen binlerce Suriyeliyi düşünüyorum, ben sıcacık bir yuvada yaşarken, üçüncü kez sorguya götürüldüğümde gözbağının altında şans eseri görebildiğim tutukluları düşünüyorum”.

Natalia, çaresizlik ve açlıktan dolayı tuz ruhuyla kendi ve çocuklarının hayatına son verme çabasından bahsederken Cizre’de buzdolaplarında bekletilen cesetleri hatırlatan bir durumun Dera’da yaşandığını aktarır Yazbek: Dera’da genç bir adamı buzdolabına kapattıklarını duydum. Henüz canlıyken. Cesedini oradan çıkardıklarında kendi kanıyla şunları yazdığını görmüşler: Beni buraya kapattıklarında hala yaşıyordum, anneme selamımı söyleyin.

Samar, haklı olarak şu soruyu soruyor: Onları usulca sallayan anneler, bu katilleri nasıl affedecek?

Belki de savaş Natalia’nın söylediği gibiydi: Tanrı onlara, yapılan kötülükler son bulsun diye dua etmeleri için, kötülüğü gösteriyordu.

Savaşın acımazlığıyla büyüyen çocukları için Natalia şöyle der: Yaşlarından daha büyük olduklarını, savaşın ve açlığın onları kavrayış bakımından erken geliştirdiğini söyledim.

2011 yılında Samar, “Suriyelilerin hepsi mülteci mi olacak?” diye sorduğunda binlerce mülteci vardı, şimdi milyonlarca mülteci.

Mülteci olmak kolay mı? Samar ülkeyi terk etmek zorunda kaldığında şunları söyler: Suriye’den ayrılmak ölüm anlamına geliyor, başka bir anlamı yok. Deri değiştirmem anlamına geliyor, kalbimden ve bugüne kadar yapmak istediğim her şeyden uzaklaşmak.

Ne İspanya ne de Suriye’de yaşananlar sadece oralara ait değil aslında. Mesela savaşı “yaşamadığımız” şu dönemde Samar’ın söylediklerine yabancı olmamamız hem ironik hem karşı karşıya olduğumuz acımasız tehlikenin habercisi değil mi?

“Haberler bize basılı ve yayına hazır gelirdi. Bizdeki medya, gerçek anlamda gazetecilik yapmıyor; klasik ya da sert kısıtlamaların dışına çıkmayan bir araç. Haberin veriliş tarzından çağrılan konuklara kadar her şey, güvenlik sansüründen geçiyor. Siyasi tartışma programlarının moderatörleri her şeyden önce yönetim yada güvenlikle işbirliği yapmak zorunda”

Cebele’de ve Suriye’nin diğer şehirlerinde yaşanan Alevi-Sünni çatışmaları savaşın sağduyuyu, dostluğu da öldürdüğünü, bin bir emekle kurulan dostlukların, birlikteliklerin bir manipülasyonla nasıl tarumar edildiğini göstermesi açısından önemlidir. Belki de bu yüzden yapılabilecek en iyi şey barışı korumak ve güçlendirmektir.

Savaş insanın biriken kini, öfkesi ve yıkıcı içgüdüsüdür. Savaş ortaya çıktığında sağduyu prangadaki bir mahkumun hüznünü ve çaresizliğini yaşar.

Samar kitabına son verirken haliyle ülkesinin geleceğini, hayal, korku ve belirsizliğin boşluğuna bırakıp şunları söyler:

“Ateş deriyi soyar. Ateş saflaştırır. Ateş ya kül eder yada parlatır. Tıpkı bunun gibi, gelecek günlerde küller arasında yaşamayı ya da yeni aydınlık aynamı görmeyi bekliyorum…”

Natalia yolunu gözlediği sevgilisine kavuşamasa da, açlık, savaş ve baskıya göğüs germiş ve ülkesinde yeni bir yaşamı kurabilmiştir. Mercé’nin ona jesti kitabını bitirirken yazdığı son kelimede gizlidir: Mutlu

Artık Natalia’lar İspanya’da diktatörlerin baskıcı rejimlerini ve savaşı yaşamıyor. Mercé’nin kitabına son verirken Natalia’ya yaptığı jest gibi “mutlu” bir yeni başlangıcın Samar ve Suriye için olmasını, deriyi soyan, saflaştıran ateşin her şeye rağmen ülkesini parlatmasını dileyelim.

Sürekli acı çekmek için yaşanmıyor ya!

Dipnotlar:

[1] Samar Yazbek: Suriyeli gazeteci-yazar.

[2] Güvercinler Gittiğinde, Mercé Rodoreda, Alef yayınları

[3] Mercé Rodoreda ismine yabancı olsak da Katalanca’yı birçok başka dille buluşturma, Katalanca’ya hak ettiği değeri kazandırma konusunda yabancısı olmadığımız bir ismi Mehmet Uzun’u hatırlatır

[4] Suriye Devrim Günlükleri: Çapraz Ateş altında bir kadın, Samar Yazbek, Timaş Yayınları

[5] Baltacılar: Mısır ve Kuzey Afrika’da paralı çeteleri tarif etmek için kullanılan bir deyim. Mısır’da yaşanan ayaklanmada da halka karşı yer aldılar.

[6] Şehbiba: “Rejimin en sadık savunucularından, en dehşet verici tezahürlerden biri sayılan, her türlü şiddet ve gözdağı yöntemini kullanarak rejimin çıkar ve itibarını korumaya hevesli eşkıya ve yandaşlar grubu”

Kaynak: Savaşlar diktatörler ve kadınlar – Mülteci NET

Read Previous

Tersine dünyanın mülteci çocukları

Read Next

Türkiye sınırları açacak mı, açarsa ne olur? Türkiye’deki mülteciler yanıtlıyor