Türkiye’nin Utandıran Merkezi: Kumkapı Geri Gönderme Merkezi

0kumkapiKumkapı Geri Gönderme Merkezi… İstanbul’da yasal olarak sorunlu bulunan yabancı uyruklu kişilerin gözaltında tutuldukları yer. Dünyanın dört bir yanından çoğu hayati gerekçelerle Türkiye’ye gelmiş yabancıların “ağırlandığı” bu merkez, kalanlarda hiç iyi bir intiba bırakmıyor.

Mehmet Ali Başaran’ın röportaj haberi


Adı işkencelerle anılan, kapısında eylemler yapılan bu merkezde yaşananları okuyunca insanlık adına utanç duyacaksınız. Herhangi bir suçu işlediği sabit olmayan, bazıları sadece evrak eksikliği dolayısıyla Geri Gönderme Merkezi’nde kalan insanlara asla hak etmedikleri bir muamele reva görülüyor. Yılda yaklaşık 10.000 kişinin bu merkezden geçtiği tahmin ediliyor.

2011 ve 2012 yıllarında söz konusu “zindanda” kalmış iki kişiyle konuştum. Adları bende saklı Bay D ile Bayan L’nin anlattıkları üzerine konunun hukuki boyutunu Mazlumder Genel Başkan Yardımcısı ve Mülteci Hukuku alanındaki çalışmaları ile tanınmış Avukat Abdulhalim Yılmaz ile konuştuk.

Yaşananlar acı, ihlaller ağır.

“Karakoldan” 155 Polis İmdat’ı arayarak yardım istemek zorunda kalan tutsaklar, uyuşturucu kullanan tutsaklar, tutsak kadınlarla beraber olan polisler, polis şiddeti, işkenceler, ayrımcılıklar, pislik içindeki koğuşlar…

Anlatılanlar ürpertici, iddialar vahim.

İstanbul’da yabancıların tutulduğu, denetimlerden, teftişlerden “geçen” bu yerle ilgili kısa bir de görüntü var, youtube’da Kumkapı Geri Gönderme Merkezi yazdığınızda izleyebileceğiniz.

Türkiye’nin bu utandıran merkezinde işleyişin insan haklarına saygılı bir seviyeye yükseltilmesi temennisi ile…

Bay D. ile Röportaj:

Türkiye maceranız nasıl başladı?

Eski Sovyet Cumhuriyetinden geldim. İstanbul’da bir üniversitede okudum. Mezun oldum. Çalışma izni için resmi makamlara başvuruda bulundum. Müracaat sürecim devam ederken birileri kaçak olarak ikamet ettiğime dair polise şikâyette bulunmuş. Bir gün eve polisler geldi. Evde annem ve çocuğum vardı. Polis annemin telefonundan beni aradı ve “Annen elimizde, istiyorsan gelme!” dedi. Sanki birini kaçırmışlar da fidye istiyorlar! Ben de polislere “Memur Bey, benimle böyle konuşmanıza gerek yok. Ben bir yere kaçmıyorum. Yasadışı bir durumum da yok.  Kaldı ki halen üniversite öğrencisiyim. Türkiye’de resmi bir şirketin ortağıyım aynı zamanda.” dedim.  Dinlemediler, bizi karakola götürdüler.

Yıl kaç?

2011’in başı olacak.

Karakola gittiniz.

Karakola gittik, parmak izlerimiz alındı. Fotoğraflarımız çekiliyor. Eşimden başörtüsünü çıkarmasını istediler. “Neden çıkaracakmış?” dedim. Polis: “Ben nasıl tanıyacağım bunu böyle” dedi. Epey bir tartışmadan sonra başını açmadan fotoğraf çektirmesine razı ettik.  Daha sonra polis memuru nezarethaneden sorumlu memura seslenerek “Bunları aşağı atın!” dedi. Beni bir uyuşturucu taciriyle aynı bölmeye koydular. Eşim, annem ve 2 yaşındaki çocuğumu da ayrı bir hücreye kapattılar. Gece nezarethaneye getirdikleri şüphelileri hepimizin gözü önünde her türlü küfürleri ederek çiğniyorlar, feci şekilde dövüyorlardı. Ben erkeğim kaldırabilirim, hadi kadınları da geçtim ama çocuğumun psikolojisi altüst olmuştu. Sürekli ağlıyordu. Orada 3 gün kaldık. Sadece bir iki polis memuru iyi davrandı bize. Sonra Kumkapı’ya gönderdiler.

Kumkapı’da şartlar nasıldı?

Temizlik konusunda çok ciddi bir eksiklik var. Battaniyeler, nevresimler pislik içinde. Hamam böcekleri, bit, böcek, pire… Çok pis kokuyorlar. Battaniyelere örtünmeseniz üşüyorsunuz, örtünseniz o pislik içinde mikrop kapıp hasta oluyorsunuz. Bana da hastalık bulaştı.

Ne kadar kaldınız orada?

37 gün kaldım.

Ne kadar bir alanda kaldınız, kaç kişi vardı?

Her bir koğuş yaklaşık 60 metrekaredir diyebilirim. Her bir koğuşta 30-40 kişi kalıyordu tahminim. Yataklarda, nevresimlerde sayısız hamam böcekleri geziyor. Bu böcekler beni ısırıyor, onu ısırıyor, sonra başkasını… İçerde her çeşit hastalığı taşıyan insan var.  Bu böcek ısırmalarından dolayı düşmüş olduğumuz psikolojik hal inanılmaz derecede berbattı.

Hamam böceği sorununu polislere söylemiyor musunuz?

Onlarca kez söyledik. En sonunda bir kez dezenfekte işlemi yaptılar. Duvarlara, yerlere ilaç püskürttüler ama ertesi gün her şey yine eskisi gibiydi. Çünkü bina çok eski, ahşap… Her yerde hamam böceği yuvaları var. Birçok yer çürük, pislik, çöp dolu.

Hamam böcekleri seni ısırdı mı mesela?

Ellerim, kollarım, vücudumun özellikle açık bölgeleri inanılmaz sayıda böcek tarafından ısırıldı. Ben de doğal olarak kendimi kaşımaktan alıkoyamıyordum. Vücudumun her tarafı kıpkırmızı, yara içindeydi.

Böcek ısırıklarından başka ne gibi sağlık sorunları yaşadınız?

Bir gün polisler bir şahsı getirdiler… Battaniye içinde mi getirdiler, sürükleyerek mi, hatırlayamıyorum ama adamdan önce iğrenç bir koku geldi. Bu koku nedir diye merak edip baktım. Diğer koğuşta boş bir yatağın üzerine atmışlar adamı. Kafasında çok ciddi bir yara vardı. Belli ki sert bir cisimle vurmuşlar veya düşmüş, kafatası açılmış, içinden beyin görünüyor, su gibi bir şeyler akıyor ve kafasının içinde kurtlar var.

Adamın gözleri açık mı?

Açık, adam inliyor, ağzından köpük gibi bir şeyler çıkıyor. Koku inanılmaz berbat. Burnumu kapatarak, nefes almadan bir süre durabildim. Adama su içirmeye çalışıyoruz ama içemiyor.

Konuşabiliyor muydu?

Hırıltıyla inliyordu. Anne karnındaki cenin gibi büzülmüş kalmıştı. Biz defalarca polislerin yanına gittik, başta ben olmak üzere. Polislere, “bakın” dedik, “bu insan belki de hayatının son gününü yaşıyor. Adamın tıbbi bir yardıma ihtiyacı var.” Polisler birkaç defa bizi başlarından savdılar. En sonunda geldiler, adamı battaniye ile kaldırıp taşımaya başladılar. Polislere sordum:  “Nereye götürüyorsunuz, hastaneye mi?” “Hayır” dediler, “aldığımız yere!”. “Nerden aldınız” diye sordum. “Yol kenarından” dediler. Kendi aralarında devam eden konuşmaysa şöyleydi: “Şu adamı götürelim yoksa başımıza bela olacak.”

Bizzat size yapılan veya şahit olduğunuz kötü bir muamele var mı?

Azeri uyruklu bir vatandaş vardı. Benden önce içeri girmiş ve belli ki ailesini özlemişti. Çantasında ailesine ait bir fotoğraf vardı. Hemen polis odasının yanında bavul odası var. Polisin kapısını çaldı. “Çocuklarımın fotoğraflarını almak istiyorum” dedi. Polis: “Falanca saatte gel, şimdi alamazsın” dedi. Ben o esnada Azeri’nin arkasından izliyorum. Polise; “çantam hemen şurada görünüyor, alayım” dedi. Polis, “laf anlamıyor musun lan!” diyerek küfür etti ve Azeri’yi geri gönderdi. Arkadaş da küfürlere karşılık tepki gösterdi, “sensin öyle böyle!…” dedi. O esnada iki polis geldi ve arkadaşı alıp bir odaya soktular. Ben de dışarıdayım, sandım ki “ne biçim konuşuyorsun” diye kızacaklar, azarlayacaklar. İçerden dayak sesleri gelmeye başladı. Biz de o odadaki kameranın tavana baktığını biliyoruz.

Oradaki bütün kameralar tavana mı bakıyor?

Bütün odalardaki değil. Bavul odasının yanında bulunan polis odasındaki kamera tavana bakıyor. Kameraların gördüğü yerlerde herhangi bir anormal muamele yapılmıyor.

Azeri’ye dönecek olursak…

Polisler Azeri’yi odada fena halde dövüyorlardı. Sesleri işitiyorduk. Biz de arkadaşlarla, “dövmeyin!” diyerek kapıyı yumrukluyorduk. Polisler kapıyı açtıklarında Azeri kendini dışarıya attı. Adamın ağzı burnu kan içindeydi, dudakları parçalanmış, ön dişleri ise dökülmüştü. O sırada polis beni montumdan tuttu. “Sen kimsin? Ne karışıyorsun!” dedi. Ben de dedim ki, “Sizin bu adamı dövmeye hakkınız yok. Eğer burası bir misafirhaneyse burada bulunan insanlara misafir gibi davranmanız gerekir”. Bunun üzerine polis, “Sen kimsin, adın ne senin?” dedi. Ben de, “Her sabah adımı okuyorsun, orada yazıyor!” dedim. “Senin avukatın var mı, kimdir? ” diye sordu. Ben de, var dedim ve adını verdim. Öyle deyince polis, “başlarım avukatına!” diyerek küfür etti ve gitti.

Olay öylece kapandı mı?

Kapanmadı. Biz bu olay üzerine polis çağırmaya karar verdik. Ankesörlü telefondan hem polis hem de ambulans çağırdık. Çünkü Azeri arkadaş psikolojik olarak ciddi bir çöküntü içine girmişti ve bileğini kesmişti. Biz elimizden geldiğince müdahale ettik, kan akmasın diye. Polisler geldi. Arkadaşı başka bir karakola götürdüler. Orada ifadesi alındı. Hastaneden de darp raporu alındı. Ancak götürüldüğü karakoldaki polis amiriyle Azeri’yi döven polis yakın arkadaş çıkınca yalanlarla uyduruk bir tutanak tutup olayı öylece kapattılar.

Buna benzer olaylar oluyor muydu?

Mesela birileri içeriye uyuşturucu sokuyordu. Nasıl soktuklarını bilemiyoruz. Uyuşturucuyu sokan Gürcistan vatandaşı mı diyelim, içerdeki bütün Gürcüleri çırılçıplak soyarak fazlasıyla aşağılayıcı bir şekilde arıyorlardı.

Polislerden küfür, hakaret gibi şeyler duyuyor muydunuz?

Küfür, aşağılama her zaman olan rutin şeylerdi. Bir usulsüzlük de şuydu; burası misafirhane olarak geçiyor ama biz içerde telefon kullanamıyoruz. Diyelim ki kanunen böyle bir yasak var. Polisler arama yapıp el koydukları telefonları çıkarken sahiplerine kesinlikle iade etmiyorlar. Bir sürü son model telefon var, polisler el koyuyor ve serbest kalan suçsuz kişilere, sahiplerine iade etmiyor. Bu telefonlar kime kalıyor?

Genelde hangi ülke vatandaşları kalıyor Kumkapı’da?

Orada kalanlar genelde Türkî cumhuriyetler, Rusya, Gürcistan, Kafkasya, Afrika, Pakistan, Arap ülkeleri, Filistin gibi yerlerden… Avrupa ve Amerika’dan çok nadir.

Siz bir ayrımcılık yaşadınız veya yaşandığına şahit oldunuz mu?

Bir tane Amerikalı vardı. Akli dengesi yerinde değildi. Hiçbir evrakı yoktu. Kim olduğu tespit edilemiyordu. Dolayısıyla orada bir süre bekletiliyordu. İstediği kabalıkları yapıyor, her türlü anormal davranışı sergiliyordu. Bir kere bile polis kendisine kötü bir muamelede bulunmadı. Değil kötü muamele bize karşı yaptığı kabalıklardan ötürü kendisini uyarmıyorlardı bile. Öyle ki namaz kılan adama tekme atacak kadar dengesiz biriydi bu adam.

Polislerin iki aşırı davranışı vardı; ya aşırı sert davranıyor ve çok kötü muamelede bulunuyorlardı ya da son derece iyi davranıyor, tolerans gösterip kayırıyorlardı.

Yine bir Alman vatandaş vardı. Bir gün bunun kafası bozulmuş. İçerdeki 5 bin TL değerindeki su arıtma filtresini parçaladı. Polisler yaptıklarını hem kameradan hem de bizzat karşılarında olduklarından görüyorlardı. İçerde nasıl davranılacağını gösteren kocaman kural levhaları vardı. Bunları kırdı, yırttı, parçalayıp attı. Buna da göz yumdular. Yine yemekhanede, şurda burda eşyalara zarar verdi. Polisler bu olanları sadece seyrettiler. Ne zaman ki bu adam sakinleşti, yanına iki polis verdiler ve bir yere oturttular. Biz de merak ediyoruz, nasıl oluyor da bu kadar tahammül gösteriyorlar…  Daha sonra Alman Konsolosluğundan bir görevli geldi. Bize “polisler bu adamı darp mı etti?” diye sorular sordu. Polislere de “siz bu adamın psikolojisini bozdunuz ki bu adam böyle yapıyor” dedi.  Tutanaklar tuttu. Sonuçta bu gibi adamlara fiziki bir müdahalede bulunması gerekirken hiçbir şey yapmayan polisler nedense Türkî Cumhuriyetlerdeki vatandaşlara her türlü hakareti, şiddeti haksız olarak uyguluyorlar.

İçerde hasta oldunuz mu?

Evet, orada hasta oldum. Çıktıktan sonra da hastalığım şiddetlendi.

Ne hastalığıydı?

Enfeksiyon kapmıştım. Ben oradan çıktıktan sonra evdeki ikinci günümde fenalaştım. Ateş vardı, kusma vardı, baş dönmesi, ishal vardı. Bayılıp düştüm. Vücudumda şişikler oluştu. Isırıldığım yerler yara içindeydi. Hastanede kan tahlili yapıldı. Doktor dedi ki: “kanındaki enfeksiyon bütün sınırları zorlamış!” Dokuz gün boyunca çok güçlü bir antibiyotik tedavisi gördüm. Her gün iki kez iğne vurulmak için hastaneye gidiyordum. Geçen gün Kumkapı’dan çıkmış bir arkadaşla görüştüm. O da aynı benim gibi hastaydı. Hâlâ hasta ve vücudunda aynı şekilde enfeksiyon var. Belirtiler aynı: ateş, kusma, ishal, baş dönmesi…

Kaldığınız süre boyunca açık alana çıkma imkânınız oldu mu?

İki kez oldu ama onlar da polislerin kendi işlerine yardımcı olmam için. Ben de, hava almış olurum, diye kabul ettim.

İçerde çok uzun süre tutulan insanlar var mıydı?

Evet, içerde aylar hatta yıllar boyu tutulan insanlar var. 7 ay, 1 yıl ve daha fazla kalanları biliyorum. Kaldı ki bu şahıslardan bazıları yaşlı, ciddi tedaviye muhtaç,  fiziksel ve/veya ruh sağlığı bozuk kişiler. Misal verecek olursak; Kimliğine dair herhangi bir belgesi bulunmayan Filistinli bir vatandaştı. Akli dengesi yerinde değildi. İngilizce ve Arapça biliyordu ama çok az konuşuyordu. Bizim dönemde Haseki’ye götürüldü, tahlil yapıldı, ilaçlar alındı. Daha sonra onu, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevk ettiler. Aradan 2 yıldan fazla zaman geçti. Geçen gün Kumkapı’dan yeni çıkmış biriyle görüştüm demiştim ya, bana kaldıkları yerde elleri kelepçeyle yatağa bağlı bir Arap’ın olduğunu söylediler. Nasıl biri olduğunu sordum. Zayıf, uzun boylu, uzun yüzlü, burnunda hafif bir çıkıntı olan, akli dengesi yerinde olmayan o adamı tarif ettiler. Düşünebiliyor musunuz, aradan onca zaman geçti, adam halen orada tutuluyor. Sonra birileri bir demir teliyle kelepçesini çözmüşler ki biraz yürüsün… Polis görmüş, “kim çözdü bu adamın elini?” diye kızıp saymış sövmüş ortalığa.

İçerde uzun süre tutulma nedenleri nedir?

İlgili şahsın kimliğinin olmayışı, ruh sağlığı bozukluğu gibi nedenleri saymazsak, genelde defalarca sınır dışı edinilmek istenen, ancak buna karşı direnen ve iltica hakkından yararlanmaya çalışan kişiler. Bu kişiler ülkelerinde Müslüman oluşlarından ve/veya var olan diktatör rejimlerine karşı olmalarından dolayı zulüm, gayri insani muamele ve hayati tehlike altında olmaktadırlar. Hatta bazıları hakkında idam cezaları bile var. Ülkelerine gönderilmeleri halinde haksız bir şekilde öldürülmeleri kesin olan insanlardır.

Bayan L. İle röportaj:

Kumkapı Geri Gönderme Merkezi’nde ne zaman, ne kadar süre kaldınız?

2012 yılı sonlarında 1 ay kadar kaldım

Özgürlüğünüzün kısıtlanmasını gerektirecek ne suç işlemiştiniz?

İkamet tezkerem eşimin ikametine bağlı idi. Eşim de çalışma izni almaya çalışıyordu. Bürokrasi engelleri yüzünden ikametinde kopukluk oluştu. O arada kendisi birileri tarafından ihbar edildi. Polisler onu, beni ve çocuğumu aldılar.

Misafirhane nasıl bir yer, orada neler yaşadınız?

Öncelikle, oraya misafirhane dememek lazım. Çünkü misafirhanede kalan insanlara misafir gibi davranılır. Orda iyi davranış ve iyi muamele adına bir şey yok. Bu noktada ifade etmek isterim ki, bu haliyle bu mekân ve içerisinde var olan muamele biçimi Türkiye’yi dış dünyaya kötü tanıtıyor ve birçok insanda Türkiye ve Türkler hakkında yanlış algılar uyandırıyor.

Polis memurlarının davranışları nasıldı?

Sorumlu memurların kötü davranışları sonucu ben kendimi çok korkunç, insanlık dışı suç işlemiş bir suçlu gibi hissediyordum. Benimle beraber çocuğum da memurların agresif ve aşağılayıcı davranışlarından dolayı korkuyor ve neden kapalı bir mekanda tutulduğumuzu sürekli soruyordu.

Alt katlarda bulunan yakın ve eşlerimizle bazen 5-10 dakikalık görüşme izni veriyorlardı. Bu görüşme imkânı katımızda bulunan memurun isteği ve moraline bağlı. Eğer morali yerindeyse görüşme izni veriyordu. Değilse, vermiyordu.

Alt katlarda bulunan görevli polis memurları bizim katımızda tutulan, hayat kadını diyebileceğimiz kadınlardan bazılarını, ara sıra aşağıya çağırıyor ve onlarla cinsel ilişkiye giriyor veya striptiz dansı ettiriyorlardı. Bu çeşit buluşmalardan dönen bayanlar olup biteni tüm açıklığı ile anlatıyorlardı.

İki bayanın kavga etmesi sonucu memurların adalet anlayışına bağlı olarak biri haksız bulunuyor ve “karanlık oda” olarak adlandırılan alt katlarda bulunan bir tecrit odasına atılıyor. Orada genelde sabaha kadar tutuluyordu. Oradan dönenlerin anlattıklarına göre orası soğuk, karanlık ve beton duvarlarından ibaret küçük bir hücre.

Bavul odasında şahsi eşyasını ısrarla almaya çalışan bayanlara polisler tarafından dayaklar atıldı, buna defalarca şahit oldum.

Katımızdan sorumlu 3 bayan polis vardı. Bu memurlar sıra ile değişiyordu. Bunların ikisi çok kötü davranırken bir tanesi de çok insancıldı. Onun nöbetinin olduğu gün hepimiz rahat ediyorduk, sonrasında ise tekrar onun nöbetini bekliyorduk.

Temizlik konusu nasıldı?

Temizlik görevlisi vardı. Ancak haftada birkaç defa geliyor ve torba ile kaba çöpleri topluyor. Yerleri yıkama/silme, yemekhane temizliği, tuvalet, banyo ve odaların temizliğini biz sırayla yapıyorduk. Çöp atmak için bayanlar yarışırdı ve defalarca tartışma/kavga çıkardı. Bunun nedeni, çöp atma esnasında temiz hava alabilme imkanı bulunması.

Yemekler?

Yemekler iyi değildi. Buna karşılık dışarıdan yakın ve arkadaşlar tarafından getirilen yemek ve kişisel temizlik ürünleri engelleniyordu, ancak içeride yüksek fiyata satış yapılıyordu. Hiç de misafirperver bir mekân değil.

Hangi ülke vatandaşları vardı kaldığınız dönemde?

Benim kaldığım dönemde orada Afganistan, İran, Türkî Cumhuriyetler, Rusya Federasyon (Kafkas kökenli) Arap ülkeleri, Afrika ülkeleri ve diğer “Üçüncü Dünya Ülkeleri” olarak adlandırılan ülkelerin vatandaşları kalıyordu.

Ne kadar bir alanda, kaç kişi kalıyordunuz?

Katımızda 7 oda vardı. Her oda ortalama 50 m2. Sadece 1 oda diğerlerinden büyük olup ortalama yaklaşık 100 m2. Her bir odada 9-16 adet çift katlı ranza vardı. Hepsi de dolu idi.

İçerde nasıl insanlar kalıyordu?

Kadınlardan bir bölümü “Hayat Kadını” olarak adlandırılan insanlardı. İçlerinde uyuşturucu bağımlısı, AIDS ve diğer bulaşıcı hastalık taşıyanlar da vardı. İlgili kadınlar bunu saklamıyor ve açıkça anlatıyorlardı, dolaysıyla bu bir tahmin veya varsayım değil. Bunlar gördüğümüz şeylerdi. Diğer yandan herhangi bir gayri ahlaki veya gayri kanuni işe bulaşmamış, sadece ikamet sıkıntısı olan çocuklu ev hanımları vardı. İçerinde tıbbi yardıma muhtaç, ameliyat sonrası, yeni doğan çocuk sahibi gibiler de vardı. Ancak hepimiz çocuklarımız ile beraber aynı yerde herkesle karışık tutuluyorduk. Bu durum bizim fiziksel ve psikolojik halimizi etkiledi ve özellikle çocuklarımız üzerinde silinmez yıkıcı etkiler bıraktı.

MAZLUMDER Genel Başkan Yardımcısı ve Mülteci Hukuku alanındaki çalışan Avukat Abdulhalim Yılmaz ile röportaj:

Öncelikle, söyleşilerde “Kumkapı” olarak geçen yeri sormak istiyorum. Burası neresidir,  işlevi nedir?

Kumkapı olarak adlandırılan yer, daha doğrusu bina, İstanbul’un Kumkapı semtinde bulunduğu için bu şekilde adlandırılmaktadır. Aslında buranın resmi adı Geri Gönderme Merkezi’dir. Daha önce de resmi olarak “Yabancılar Misafirhanesi” olarak adlandırılmaktaydı.  Bu bina, yasal sorunları bulunan yabancı uyruklu kişilerin gözaltında tutulması için kullanılmaktadır.  Yasal oturumu bulunmayan ve reddedilen, sınırdışı edilecek olan yabancı kişiler sorunları çözümlenip serbest bırakılıncaya veya sınırdışı edilinceye kadar burada tutulurlar. Emniyet’in bir birimidir. Aslında, Geri Gönderme Merkezi olarak kullanılan bina sadece yasal sorunları nedeniyle sınırdışı edilecek yabancılar için gözetim merkeziyle sınırlı değildir. Yabancılarla ilgili başka birimler de (iltica, göç, vatandaşlık; takip kontrol büro gibi) yer almaktadır. Özetle, Geri Gönderme Merkezi’nin temel işlevi, yabancıların sınırdışı edilmek üzere idari gözaltında tutulmasını sağlamaktır. Ancak, bu işlevin yerine getirilmesi sırasında, yeterli denetimler olmadığından, ciddi sorunlar yaşanmakta ve insan hakları ihlallerine neden olmaktadır.

Kumkapı’da kalmış onlarca müvekkiliniz olduğunu biliyoruz. Yıllardır burayla ilgili birinci ağızdan aktarımlar dinliyorsunuz. İçeriyi bizzat görmemekle birlikte, nasıl bir yer canlanıyor kafanızda?

Öncelikle eskiye oranla kısmen iyileştirilmiş olduğunu belirtmek gerekir. Şöyle ki, daha önce “misafirhane” olarak adlandırılan iki yer, bundan önce 2006-2008 yıllarında Zeytinburnu Emniyet Müdürlüğü’ndeydi, ondan önce de Vatan Caddesindeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün bodrum katındaydı. Vatan’daki yerde kalanlar için durum feciydi. O dönem Misafirhaneyi ziyaret eden Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi yani CPT, sonradan yayınladığı raporlarda, Misafirhane şartlarının kötü olduğunu, özellikle fiziksel koşulların çok yetersiz ve berbat bir durumda olduğunu ortaya koyuyordu. Son dönemlerde, Kumkapı’yla ilgili değerlendirmelerde ise, eskiye oranla iyileşmeler olsa da hâlâ sorunlar yaşandığını ve kapasitesinin çok üzerinde kalabalık olduğuna dair değerlendirmeler yapılmıştır.

Geri Gönderme Merkezi hakkındaki düşüncem şu: bazı durumlarda hapishaneden bile daha ağır şartları taşıyor. Özellikle aylarca, denetimsiz ve belirsiz bir biçimde tutulmaları ve günlük temiz havaya bahçeye çıkarılmamaları kötü bir şey. Ayrıca, burada tutulanların çoğu böceklerden, tahtakurusundan, yoğun sigara dumanından ve havasızlıktan şikâyet ediyor.  Serbest bırakılanların çoğu bir süre istirahat etmek veya tedavi görmek zorunda kalıyor. Bunda da misafirhanenin aşırı kalabalık olması, her kültürden, her çeşit insanın bulunması, ayrıca çeşitli bulaşıcı hastalıklar taşıyan kişilerin de aynı yerde tutulmasından kaynaklandığı anlaşılıyor

Kumkapı Geri Gönderme Merkezi’nin hukuki statüsü nedir?

Geri Gönderme Merkezi, Emniyet bünyesinde ve polis kontrolü olan bir yer. İdari olarak Valilik ve İçişleri Bakanlığı –daha doğrusu Emniyet Genel Müdürlüğü- talimatlarına göre çalışıyor.  Yasal sorun olan yabancıların (turist, düzensiz göçmen, mülteci vs.) işlemleri tamamlanıncaya kadar tutuldukları bir yerdir.

Mevzuatta, 1983 yılında düzenlenmiş olan “Mülteci Misafirhaneleri Yönetmeliği” diye bir yönetmelik var, ancak bu yönetmelik mevcut geri gönderme merkezleri için uygulanmıyor.

Geri Gönderme Merkezi ile ilgili temel hukuksal sorun şudur ki, hukuken bir kişinin gözaltına alınması ve özgürlüğünün kısıtlanması, yani haklarının sınırlandırılması, kanunlarda yazılı usule göre olabilir, aksi halde, hürriyeti kısıtlama suçu oluşur. Daha rahat anlaşılsın diye şöyle anlatayım: Polis CMK kapsamında suç isnadı bulunan şüpheli kişileri gözaltına alabilir, mahkemeler, yasal şartları varsa tutuklayabilir; buna karşılık özgürlüğü kısıtlanan şahısların yasal hakları vardır, savunma, avukat tutma, karara itiraz etme gibi. Ancak, Geri Gönderme Merkezi’nde gözaltında tutmak için bir kanun yok. Gözaltında tutmaya ilişkin kanuni dayanak olmadığı gibi, buna itiraz etme imkânı pratikte yok. Teorik olarak idare mahkemesinde dava açma hakkınız var, ancak olumlu çıkıp çıkmayacağı belli değil ve bu kararın çıkması için aylar geçmesi gerekiyor. Bu nedenle, AİHM 2009 yılında verdiği, iki İranlı sığınmacı (Abdoulkhani ve Karimnia / Türkiye) kararıyla, yabancıların bu tür gözaltı merkezlerinde tutulmasını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı buldu, daha sonraki kararlarda da aynı görüşü tekrar etti. Türkiye çözüm olarak, uzun süredir planladığı yabancılar ve sığınmacılara ilişkin hukuk reformu kapsamında yeni kanunu oluşturdu. Nisan 2014’te yürürlüğe girecek olan 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile bu sorunların azalmasını ümit ediyoruz.

 Bu yazı mehmetalibasaran.com sitesinden alınmıştır. 

Read Previous

Türkiye’deki Afgan mültecilerin 2013 ölüm istatistikleri

Read Next

İnsanlığın en güzel görevi adalet dağıtmasıdır