Yok Sayılan İnsanlar “İranlı Kürt Mülteciler”

Mültecilik konusuyla ilgili dikkat çekici unsurların başında, konuya ilişkin bakış açısının insan hakları örgütleri ve devletler tarafından belirgin biçimde farklı değerlendirilmesi gelir. İnsan hakları örgütleri, mültecilerin/sığınmacıların haklarının korunmasını insan haklarının bir gereği olarak değerlendirirken, devletler mültecilerin/sığınmacıların yaşamlarını kolaylaştırma ve onlara insan haklarına yaraşır bir muameleyi gösterme konusunda genellikle isteksiz davranırlar. Bundan ötürü devletler, bazen imza attıkları sözleşmeleri de göz ardı edebilmektedir. Mültecilerin insan haklarından ve temel haklardan mahrum bırakılması bazen ülkenin ekonomik şartlarına bazen de mültecilerin korunmalarının önünde büyük bir engel olarak beliren “ulusal güvenlik” zırhına dayandırılmaktadır. Türkiye’de mültecilere bakış açısı konusunda devletin “ulusal güvenlik” kapsamında yaklaşımını ve uluslararası sözleşmeleri dikkate almamasıyla ilgili en bariz örnek; Türkiye’ye 2001 ve 2003 yılları arasında gelen İranlı Kürt Mülteci* grubudur. Aslında Türkiye’nin bu mültecilere yaklaşımı sadece 1951 Cenevre Sözleşmesinin ve 1967 Protokolünün ihlaliyle sınırlı kalmamakta aynı zamanda ulusal mevzuatta da herhangi bir karşılık bulamamaktadır. Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesini kabul ederek insanların zorla yerlerinden edildiklerini ve yerinden edilen insanlara uluslararası koruma sağlanması gerektiğini kabul etmiştir. Her ne kadar Türkiye bu sözleşmeye çekince** koymuş ise de sözleşme, Birleşmiş Milletler Antlaşmasına ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine atıfta bulunarak sığınmanın temel insan hakkı olduğunu vurgulamaktadır. Yani söz konusu çekince Türkiye’ye Avrupa dışından sığınacak insanların taleplerini   görmezden gelinmesini haklı çıkaracak bir dayanak olarak değerlendirilmemelidir. Zaten Türkiye 1994 Yönetmeliğiyle Avrupa dışından Türkiye’ye sığınma amaçlı gelen sığınmacıların başvurularını belli usullere bağlamıştır. İranlı Kürt Mülteci grubuna devletin yaklaşımını ne 1951Cenevre Sözleşmesi ve 1967 protokolü ne de ulusal mevzuat kapsamında anlamak mümkün değildir.

Bu mülteci grubu, İran İslam Cumhuriyetine muhalif Kürtlerden oluşmaktadır. İran İslam Cumhuriyetinin muhalifler üzerinde baskılarını artırması üzerine ülkeden ayrılmak zorunda kalan muhaliflerin bazıları 1990’lardan itibaren Irak’a sığınmaya başlamışlardır. Irak’a sığındıktan sonra Irak’taki BMMYK ofisine başvuran ve mülteci olarak kabul edilen bu kişiler, 1999’da Irak’taki BMMYK ofisinin yeniden yerleştirmeleri durdurması ve 2003’te bölgedeki güvenliğin bozulması üzerine Irak’taki BMMYK ofisinin kapanması nedeniyle korunmasız kalmışlardır. Irak’a sığınan bu mülteci grubundan 70’nin Irak’ta İran istihbarat Örgütü üyeleri tarafından öldürüldüğü ve bazılarının sınırlarda yakalandığı ve akıbetleri hakkında bilgi alınamadığı grup üyeleri tarafından bazı belgelerin ışığında iddia edilmektedir. Irak’taki BMMYK Ofisi tarafından Türkiye’ye yönlendirilen grup üyeleri Türkiye’ye değişik tarihlerde gelmeye başlamışlardır. Bazı grup üyeleri Kuzey Irak üzerinden bazıları da İran üzerinden Türkiye’ye giriş yapmışlardır. Grup üyeleri, Türkiye’ye geldikten sonra hem BMMYK’ya hem de ilgili devlet birimlerine sığınma başvurusunda bulunmuşlardır. 2001 tarihinde gelen ilk grubun sığınma başvurularının Van İli Emniyet yetkilileri tarafından alındığı, bu kişilere geçici sığınmacı statüsü verildiği ama daha sonra bu konuda farklı bir tutuma gidildiği ve gerekçe bildirilmeksizin bu insanların geçici sığınmacı statüsünden mahrum bırakıldıkları bilinmektedir. 07.11.2003 tarihi itibariyle grubun sayısı bir resmi belgede 1210 olarak, diğer bir belgede ise 1204 olarak geçmektedir.

Türkiye’nin Yaklaşımı ve Hukuki (!) Boyut

Türkiye 1951 Cenevre Sözleşmesini ve 1967 protokolünü coğrafi sınırlama şartıyla kabul etmiş ve mültecilerin/sığınmacıların korunması ve yaşadıkları sorunların çözümü konusunda uluslararası kamuoyu nezdinde sorumluluk yüklenmiştir. Cenevre Sözleşmesi ve 1967 protokolünde geçen mültecilik tanımı, Türkiye’nin coğrafi çekince şartı babında ele alınarak Türk ulusal mevzuatına ilk olarak 1994 yönetmeliğiyle yansımıştır. Türkiye mevcut ulusal ve uluslararası yükümlülükleri bağlamında Türkiye’ye Avrupa dışından sığınacak kişilerin sığınma başvurularını değerlendirmek ve bu süre zarfında bu kişilere koruma sağlamak zorundadır. Avrupa dışından Türkiye’ye sığınma amaçlı gelen kişilerin başvuruları birbirine paralel iki prosedüre göre değerlendirilmektedir. Sığınma başvuruları hem BMMYK’ya hem de İç İşleri Bakanlığı Yabancılar Hudut İltica Dairesi Başkanlığına bağlı Emniyet Müdürlükleri Yabancılar Şubelerine yapılmaktadır. Ancak sığınma başvurularını değerlendirme konusunda Türkiye’nin uzmanlaşmış birimlerinin olmaması ve yapısal bazı eksiklerinin olmasından kaynaklı Yabancılar Şubesi genellikle Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) Türkiye ofisi tarafından verilen sığınma kararlarını temel alınmaktadır. Türkiye, BMMYK’nın sığınmacılarla ilgili verdiği kararlara genellikle riayet etmekte ve verilen karar doğrultusunda sığınan kişilere yönelik uygulamaları tatbik etmektedir. Sığınmacıların üçüncü bir ülkeye yerleştirilme işlemleri de BMMYK tarafından yapılmaktadır.

İran’lı Kürt mülteci grubu üyelerinin çoğunluğu 2001 ve 2002 tarihleri arasında bir kısmı da 2003 tarihinde Türkiye’ye gelerek BMMYK Türkiye ofisine ve Yabancılar Şubesine sığınma başvurusunda bulunmuşlardır. Türkiye, bu grubun sığınma başvurularını emniyet birimleri aracılığıyla almasına karşın daha sonra bu konuda kararsız bir tutum sergilemiştir. 07.11.2003’te Dışişleri, İçişleri Bakanlığı ve BMMYK temsilcileri arasında bu grupla ilgili yapılan üçlü toplantıda ulusal ve uluslararası mevzuatta herhangi bir karşılığı olmayan bir statünün bu grup üyelerine uygulanması kararı çıkmıştır. Söz konusu toplantı sonucunda alınan kararların 07.11.2003 tarihine kadar BMMYK Türkiye Ofisi tarafından kayıt altına alınan 1210 kişilik “İran uyruklu yabancı”ya uygulanacağı belirtilmektedir. Alınan kararlara göre bu kişilerin;

§          sığınma prosedürüne dahil edilmeyecekleri,

§          mültecilere ve sığınmacılara sağlanan haklardan yararlanamayacakları,

§          15.06.2004 tarihine kadar dört ilin valiliklerine müracaat etmeleri böylece sığınma başvurularının sonlandırılıp ve 5683 sayılı Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkındaki Kanununa göre muameleye tabi tutulacakları,

§          BMMYK’ya kayıtlı olmalarının gerektiğinde ülkeden çıkarılmalarına engel olmayacağı,

§          üçüncü bir ülkeye yerleştirilmeyecekleri ve

§          sağlık hizmetleri, ikamet harcı, sosyal ihtiyaçları vb. konularında devletin hiçbir yükümlülüğünün olmadığı tüm ihtiyaç ve masraflarının BMMYK tarafından karşılanacağı belirtilmektedir.

Söz konusu kararlarla Türkiye, sığınma amaçlı Türkiye’ye gelmiş olan grup üyelerini 1951 Cenevre ve 1967 Protokolü ve ulusal mevzuat uygulamaları (1994 Yönetmeliği vs) dışında tutmuştur. Bu kişilerin hangi kapsamda değerlendirildikleri ve sığınma başvurularının neden mevcut sığınma prosedürüne tabi tutulmadığı ve neden BMMYK Türkiye Ofisi tarafından bu kişilerin sığınma başvurularıyla ilgili nihai karar verilmeden böylesi bir uygulamaya gidildiği bilinmemektedir. Ne yazık ki bu konuda İçişleri Bakanlığından kamuoyunu tatmin edecek bir açıklama yapılmamıştır. Oysa hem BMMYK Türkiye Ofisine hem de İçişleri Bakanlığına sığınma başvurusunda bulunan bu kişilere daha önce Irak’taki BMMYK Ofisi tarafından mülteci olarak kabul edildiklerine dair mültecilik belgeleri verilmiştir. Aynı zamanda BMMYK Türkiye Ofisi tarafından grup üyelerine Aralık, 2003 tarihinde mültecilik statüsü verilmiştir.

Türkiye, ulusal sığınma mevzuatı ve 1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 protokolü yükümlülükleri gereği bu kişilerin sığınma başvurularını değerlendirilmeye almak ve nihai karar verilene kadar bu kişilere koruma sağlamak sorumluluğunu taşımaktadır. Oysa söz konusu mültecilerle ilgili dikkat çeken unsurlardan biri ilk gelen bazı grup üyelerinin sığınma başvurularının değerlendirilmeye alındığı ama daha sonra sığınma başvurularıyla ilgili bir karar alınmadan bundan vazgeçildiği ve 2002’den sonra gelen grup üyelerinin sığınma başvurularının değerlendirilmeden ret edildiğidir.  Dikkat çekici olan başka bir unsur ise Türkiye’nin genellikle sığınma başvuruları konusunda BMMYK’nın verdiği kararlara riayet etmesine karşın bu mültecilerle ilgili bundan kaçındığı ve BMMYK’nın verdiği kararları umursamadığıdır.

Van Barosuna ve avukat Bedia Özgökçe’ye gönderilen, Yabancılar Hudut İltica Dairesi Başkanı Mehmet Terzioğlu imzalı mektupta, açıklama yapılmaksızın bu kişilerin sığınma prosedürüne dâhil edilmesi konusunda 1951 Sözleşmesi ve 1967 protokolü çerçevesinde Türkiye’nin bir yükümlülüğü bulunmadığını belirtmektedir. Oysa 1951 sözleşmesi ve 1967 protokolü Türkiye’ye sığınma amaçlı gelen kişilere en azından geçici sığınma hakkı tanıma zorunluluğu getirmektedir. Bu geçici sığınma bu kişiler Avrupa dışından Türkiye’ye geldikleri için sığınma başvurularının değerlendirilmesine ve sonrasında uygun bir çözüm bulunmasına ilişkindir. Bu kişilerin sığınma başvuruları uluslararası kamuoyu adına mültecileri korumakla ve mültecilerin yaşadıkları sorunlara çözümler bulmakla sorumlu BMMYK tarafından tamamlanmadan Türkiye’nin bu kişilere sığınma hakkı tanımasıyla ilgili 1951 sözleşmesi 1967 protokolü çerçevesinde sorumluluğunun olmadığını iddia etmesi “ulusal güvenlik” kaygılarından başka bir gerekçeye dayandırılamaz. Türkiye’ye sığınma amaçlı gelmiş kişilerin sığınma başvurularının neticelendirilmeden sonlandırılması ve bu kişilerin Türkiye’ye çalışma vb. sebeplerle ikamet amaçlı gelen yabancılarla bir tutulması kaygı vericidir. Bu durum ilerde sığınma başvurularının, İçişleri Bakanlığı Yabancılar Hudut İltica Daire Başkanlığına bağlı birimler tarafından değerlendirilmesinin riskleri konusunda ilgi çekicidir. Sığınma politikaları konusunda önemli uygulamaları hayata geçiren ve yeni düzenlenmelerle Sığınma Yasası çıkarma ve coğrafi çekinceyi kaldırma konusunda istekli görünen Türkiye’nin, “ulusal güvenlik” kaygısını temel alarak pek çok kez sığınma hakkı tanımamayla gündeme gelebileceğini kestirmek pek zor görünmüyor.

07.11.2003 tarihli üçlü toplantıda, Türkiye’nin bu kişilere 5683 Sayılı Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkındaki Kanun kapsamında ikamet izni vermesinin bir “iyi niyet” yaklaşımı olduğu ve bu kişilerden kamu düzenine, kamu sağlığına, genel ahlaka, milli güvenliğe uygun davranmalarının beklendiği vurgulanmaktadır. Buna uymamaları durumunda sınır dışı edilecekleri ve BMMYK’ya kayıtlı olmalarının buna engel bir durum teşkil etmeyeceği de belirtilmiştir. 1951 Cenevre Sözleşmesinin sık gündeme gelen maddelerinden 33. madde; mültecilerin hiçbir şekilde hayatı ya da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına geri gönderilmeyeceği ve iade edilmeyeceğini açık bir şekilde belirtmektedir. Buna karşın bu mülteciler, her an hayati tehlike altında oldukları yere geri gönderilme ve iade edilme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Uluslararası Af örgütü 30 Eylül 2005 tarihinde mültecilerin, ikametlerinin bitmesinden ve mültecilerin durumunun 5683 sayılı kanun kapsamında ele alınarak uluslararası korumadan mahrum bırakılmalarından ve İran’a geri gönderilmeye karşı korunmasız bırakılmalarından ötürü ciddi endişe duyduğunu açıklamıştır. İranlı Kürt Mülteci grubunun ikametleri 30 Eylül 2005’te tekrar uzatılmıştır. Ancak bu kişiler halen ulusal ve uluslararası hukukun getirdiği yükümlülüklerin dışında değerlendirilmekte ve İran’a iade edilme riski taşımaktadırlar.

Toplantı kararlarından ilgi çekici başka birisi de bu kişilerin sağlık ve sosyal haklardan mahrum bırakılmalarıdır. Dikkat çeken önemli bir alt başlık; Türkiye’nin mülteci olarak kabul etmediği bu kişilerin sosyal ve sağlık sorunlarıyla ilgili mültecilerden sorumlu uluslararası kuruluş olan BMMYK’yı işaret etmesidir. Bu durum Türkiye’nin aslında bu kişileri mülteci olarak kabul ettiğinin ama sorumluk almaktan kaçınmasının açık bir yansımasıdır. Mülteci olmayan kişilerin BMMYK’nın sağlık ve sosyal yardımlarından faydalanamayacağı açıkça bilindiğine göre bunun başka bir açıklaması olabilir mi?

Bu kişilerin üçüncü bir ülkeye yerleşmelerine izin verilmeyeceğine dair alınan karar, Türkiye’nin bu mültecilerin sorunlarını çözümsüz bırakmaya niyetli olduğunu ve sorumluluk almamasına karşın sorunu çözümsüz bırakmaya kararlı olduğu anlamına gelmektedir. Bu kişiler BMMYK tarafından üçüncü ülkelere yerleştirilebilirler.  Aynı zamanda grup üyelerinin bazıları kendi imkânlarıyla büyükelçilikler aracılığıyla başka bir ülkeye yerleşebilecek durumdadır.

Üçlü toplantıda alınan kararlar Türkiye’de bulunan ve çeşitli sosyal sorunlar yaşayan İranlı Kürt mültecilerin yok sayılması anlamındadır. Zira bu mülteci grubunun Türkiye’ye ikamet amaçlı gelen yabancılarla bir tutulmalarının hiçbir hukuki dayanağı yoktur. Bu kişilere geçici ikametin 5683 Sayılı Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkındaki Kanununa göre verileceğinin bir iyi niyet göstergesi olduğu belirtilirken bu kişilerin sığınma başvurularıyla ilgili süreç tamamlanmadan neden 1951 Cenevre Sözleşmesi ve konuyla ilgili ulusal mevzuat dışında tutulduklarıyla ilgili herhangi bir açıklama yapılmamaktadır.

BMMYK’nın Tutumu

İranlı Kürt mülteciler hakkında BMMYK Türkiye Ofisinin tutumu belirsizlikler taşımaktadır. Bu kişiler Iraktaki BMMYK Ofisi tarafından mülteci olarak kabul edilmişken, BMMYK Türkiye Ofisi uzun bir süre bu kişilerin sığınma başvurularını sonuçlandırmamıştır. Bu durum Aralık, 2003 tarihine kadar sürmüştür. Aralık, 20003 tarihinde İranlı Kürt Mültecilere BMMYK Türkiye Ofisi tarafından mültecilik statüsü tanınmıştır. BMMYK Türkiye Ofisinin bu kişilere mültecilik statüsünü 07.11.2003 tarihinde yapılan üçlü toplantıdan çok kısa bir süre sonra vermesi ilgi çekicidir.

07.11.2003 tarihinde yapılan toplantıda İçişleri, Dışişleri Bakanlığı temsilcilerinin yanında BMMYK temsilcilerinin de bulunduğu ve toplantı kararları konusunda mutabık kalındığı bildirilmektedir. Bu kararlar (daha önce de yazdığım gibi) bu kişilerin mülteci olarak kabul edilmeyecekleri, Türkiye’nin bu kişileri sığınmacı olarak kabul etmesi için uluslararası bir sorumluluğunun olmadığına, bu kişilere sığınmacılara tanınan sosyal ve sağlık haklarının tanınmayacağına, ülkelerine iade edilebileceklerine ve BMMYK’ya kayıtlı olmalarının ülkelerine iade edilmelerinin önünde engel olmayacağına ilişkindir. Oysa Uluslararası kamuoyu adına mültecileri korumakla yükümlü olan ve 1951 Cenevre Sözleşmesini ve 1967 Protokolünü temel alan BMMYK’nın söz konusu toplantıda alınan kararları kabul etmesi hiçbir şekilde izahı mümkün olmayan bir durumdur. Her şeyden önce mültecilik statüsü Iraktaki BMMYK Ofisi tarafından verilmiş ve BMMYK Türkiye ofisinin sığınma başvurularını neticelendirmediği bir grup söz konusudur. Yani BMMYK tarafından mülteci olarak tanınan kişilerin verilen haktan mahrum bırakılması söz konusudur.  Hiçbir şekilde BMMYK mülteci olarak kabul edilen kişilerin ulusal korumadan yararlanmamasına dönük bir kararın aktörü olamaz. Mültecileri koruma sorumluluğunun ihlali olabilecek bu durum aynı zamanda Birleşmiş Milletler yapılanmasının temel anlayışına ve insan hakları perspektifine tamamıyla aykırı bir durumdur. Bu sebepten ötürü BMMYK Türkiye Ofisi, 07.11.2003 tarihinde yapılan toplantıyla ilgili açıklama yapmak ve kamuoyunu bilgilendirmek durumundadır.

Van Barosuna ve avukat Bedia Özgökçe’ye gönderilen Yabancılar Hudut İltica Dairesi Başkanı Mehmet Terzioğlu imzalı mektupta, Irak üzerinden Türkiye’ye 2000’de gelen İranlı Kürt Mültecilerden (yazıda bu kişilerden İran uyruklu yabancı diye bahs edilmektedir) 550’sinin durumunun çözüme kavuşturulduğu belirtilmektedir. Oysa İranlı Kürt mültecilerden bazılarının bu tarihlerde yaptıkları başvurulara ilişkin belgelere sahip oldukları bilinmektedir. Bu belgelerde sığınma başvurusu yapılan tarihler yazılmaktadır. Söz konusu belgeler ışığında bu kişilerin sorunlarının çözülmediği görülmektedir. Bu konunun açıklığa kavuşması için İranlı Kürt Mültecilerin 2000 ve 2001’de BMMYK Van ofisine yaptıkları başvuruların incelenmesi ve kamuoyunun bilgilendirilmesi gerekmektedir.

İranlı Kürt Mültecilerinin karşı karşıya oldukları sorun, uluslararası mülteci hukukunun ve insan hakları hukukunun ihlali anlamındadır. “BMMYK, mültecileri korumak amacıyla yapılan uluslararası hareketleri düzenlemek, onlara liderlik etmek ve dünya çapında mülteci sorunlarını çözmekle yetkilendirilmiştir. Asıl amacı, mültecilerin haklarını ve refahını savunmaktır.”(http://unhcr.org.tr/MEP/index.aspx?pageId=114)

BMMYK, İranlı Kürt Mültecilerle ilgili misyonunu yerine getirmek için ne tür çalışmalar yaptığını, neleri yapıyor olduğunu ve soruna çözüm olarak neleri düşündüğünü açıklaması gerekmektedir. Böylece BMMYK’nın misyonunu yerine getirmek için neler yaptığı, neleri yapmayı planladığı ve bu süreçte hangi sorunlarla karşılaştığı açık bir şekilde bilinecektir.

Sosyal Sorunlar

İranlı Kürt mülteciler Türkiye’ye gelmeleriyle beraber pek çok sosyal sorunla karşılaşmışlardır. Bu sorunlar artarak devam etmektedir. Bu mültecilerin karşılaştıkları sosyal sorunlar kapsamlı bir konudur. O yüzden başlı başına bir yazı konusudur. Ancak yine de İranlı Kürt Mültecilerden birinin söyledikleri bizi bu konuda düşünmeye sevk edebilir.

“10 yıldır mülteciyim. Benim bir insan olarak yaşamaya hakkım yok mu? Neden 3 tane mülteci belgem olmasına rağmen şuanda Türkiye’de avareyim. Bu ülkede bana çalışma izni vermiyorlar. Hiçbir sosyal güvencem yok. Ben hastayım. 17 yaşındaki kızım sabah saat 7’den akşam saat 11’e kadar çalışıyor. Yabancı olduğu için sadece 200.00 YTL veriyorlar. Biz bu ücretle 7 kişi bir ay geçinmek zorundayız. Ben bir baba olarak eşimden ve çocuklarımdan çok utanıyorum. Benim çocuklarım 16 ve 17 yaşlarındalar ama hala okuma ve yazmaları yok. Ben yetkililerden bana aileme ve çocuklarıma yardım etmesini istiyorum. Yardımdan kastım para yardımı değil. Sadece talebim bizi başka bir ülkeye göndermeniz. Benim sizlerden beklediğim çocuklarım için iyi bir gelecek”

İranlı Kürt Mülteciler, sorunlarını yetkili mercilere iletebilmek için ellerinden geleni yaptılar. BMMYK Ankara ve Van Ofisi önünde defalarca eylem yapan mültecilerin bütün haykırışları, haklı talepleri karşılıksız kaldı. Aynı zamanda eylem yapmamaları için Toplu Gösteri Kanuna muhalefetten ötürü yasal kovuşturmaya uğratılacakları söylenerek baskıya maruz bırakıldılar. Başbakan Recep Tayip Erdoğan’a, eski Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e, İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu’ya, Meclis Başkanı Bülent Arınç’a, Cumhurbaşkanı Ahmet Nejdet Sezer’e birer mektup göndererek sorunlarının çözümü konusunda yardım istediler. Ne yazık ki sorunlarını yetkili mercilere iletmeleri, sorunlarının çözümüne hiçbir katkıda bulunmadı.

Öneriler

•          İranlı Kürt Mülteciler, 1951 Cenevre Sözleşmesi, 1967 Protokolü ve ulusal sığınma mevzuatı uyarınca korumaya alınmalı ve sığınma prosedürüne tabii tutulmalıdır.

•          Türk Ulusal mevzuat uyarınca sağlık, sosyal ve ekonomik yardımı almalarının önü açılmalıdır.

•          Türkiye üçüncü ülkeye gidebilmelerine izin vermelidir.

•          BMMYK üçüncü ülkeye yerleştirme işlemlerini bu insanların mağduriyetini göz önünde bulundurarak biran önce yapmalıdır.

•          Birleşmiş Milletler bu mültecilere üçüncü ülkeler tarafından sığınma sağlanması için ülkelere çağrı yapmalıdır.

•          Uluslararası Af Örgütü gibi insan hakları örgütleri, bu mültecilerin üçüncü ülkelere yerleştirilebilmeleri için çalışma (lobi vb) yapmalıdır.

•          BMMYK Türkiye Ofisi bu mültecilerle ilgili bir rapor düzenleyerek yaptıklarını, yapacaklarını ve sorunun çözümü için önerilerini kamuoyuyla paylaşmalıdır.

Sonuç

Bu yazının amacı insan hakları açısından kriz olarak nitelendirilebilecek bu mülteci olayına dikkat çekmek, mülteci hukuku ve insan hakları bağlamında bu mültecilerin durumlarını ele almaktır. Bu mültecilerin sığınma başvurusu yaptıkları zamandan bu yana, BMMYK Türkiye Ofisinin birçok temsilcisinin, çalışanının değişmesine, Türkiye’nin, iltica politikasını iyileştirmeye dair pek çok uygulamayı hayata geçirmesine ve yeni uygulamaları hayat geçireceğine dair Ulusal Eylem Planını onaylamasına rağmen mülteciler, ilk günkü belirsizlik ve zamanla artan sorunlarıyla hala karşı karşıyalar. İranlı Kürt Mültecilerden kimisi bu belirsiz ve anlaşılmaz sığınma sürecinde hayatını kaybetti kimisinin çocukları Türkiye’de doğdu, okula başladı, kimi toplumsal cinsiyet şiddetine maruz kaldı, çoğu aile içi sorunla boğuşmakta ve gelecekleri hala belirsizliğini kurumaktadır. Bu insanlara sığınma hakkı tanınmaması ve bununla beraber üçüncü ülkeye gitmelerine de izin verilmemesi bu kişileri açık cezaevi koşullarında tutmaktan farksızdır. En son bir uydu kentteki İranlı Kürt Mülteci sayısı 81’ken 45’e indi. Bu uydu kentteki 36 kişi kaçak yollardan ölmeyi göze alarak Türkiye’den kaçtı. Çözüm bekleyen bu insanların yerine kendimizi koyup düşünmemiz, onların yerinde olmamız durumunda ne düşünüp, hissedeceğimiz üzerine kafa yormamız gerekiyor. Bu insanların BMMYK tarafından mülteci olarak kabul edildiklerini yani bu kişilerin siyasi görüşleri, ırkları yüzünden ülkelerinden zorunlu olarak ayrıldıklarını göz önünde bulundurmak lazım. Mülteci olmak bir tercih değildir. Ülkesini zorunlu olarak terk etmek her insan için telafisiz acı demektir. Bu insanların yok sayılması yerine bu insanlara hukuki yükümlülükler çerçevesinde çözümler üretilmeli ve herkes bu konuda duyarlı davranmalıdır.

*Bu mültecilerden bahs edilirken grup kelimesinin kullanımı bu kişilerin hepsinin aynı siyasi düşünceden/anlayıştan oldukları anlamında değildir. Grup kelimesinin kullanımı bu insanların İranlı Kürtlerden oluşmalarından ve kendilerine BMMYK Irak ofisi tarafından mültecilik statüsünün tanınmasından kaynaklıdır.

**Söz konusu coğrafi çekince Avrupa dışından Türkiye’ye sığınma için gelecek kişilere Türkiye’nin mültecilik statüsü vermeyeceğine ilişkindir. Türkiye, böylece Avrupa dışından Türkiye’ye gelecek kişilere mültecilik statüsü  vermeyeceğini belirtmekle beraber  Avrupa dışından Türkiye’ye gelecek kişilere geçici koruma sağlayacağını (3. ülkeye yerleştirilene kadar) ve “geri gönderilmeme” ilkesi doğrultusunda bu kişilerin, hayatlarının tehlike altında olabileceği bir ülkeye  verilmeyeceğini kabul etmiştir.

Read Previous

Mülteci Der Kuruldu

Read Next

Salih Efe ile röportaj: “Mültecilerin İnsani Şartlarda Yaşamaları Sağlanmalı”