Yitireli çok oldu umutlandırma umudumu

Ankara’nın kurak günlerinden biriydi. Ceketimi kolumda taşımama izin veren bir havada, Ankara Şehirlerarası Otobüs Terminaline gitmiştim. Eskişehir’de bir Panel’e katılacaktım Bileti alırken, otobüste cep telefonunun kullanılabileceği bir firmayla yolculuk etmek istedim, her zamanki gibi. Koltuğa oturduğumda Eskişehir’de yapılacak paneli düşünmeye başladım. Bu panelin Eskişehir’de sığınmacılarla ilgili yeni bir oluşum çalışmalarının başlangıcı olacaktı. Ben ve sığınmacılarla birebir çalışan bazı arkadaşlar konuşacaktık panelde. Sığınmacıların sorunlarını anlatacaktık. Panelin en güzel yanı ise, Eskişehir’de kalan sığınmacılardan bazılarının da konuşmacı olarak davet edilmesiydi. Bir bakıma, onların yaşadığı sorunları anlatmalarını teşvik etmekten öteye geçmeyecek bir görevdi bizimki.

Ankara’dan ayrılalı kırk beş dakika olmuştu, telefonumun çaldı. Telefonun diğer ucunda birlikte çalıştığımız çevirmenlerden (sığınmacılarla görüşmelerde yardımcı olan tercümanlar) Hasan vardı. Hasan, D’nin aradığını ve “Önder Bey’e söyleyin, hakkını helal etsin, ben gidiyorum, beni bir daha kimse görmeyecek” dediğini ve telefonu kapattığını söyledi. Endişelenmiştim. D’nin sığınmacılığın yükünü taşıyamadığını ve intihar etmek istediğini düşünmüştüm.

D, İranlı 25 30 yaşlarında, Birleşmiş Milletler tarafından “mülteci” olarak kabul edilmemiş, Türkiye’deki yedinci yılını doldurmaya yaklaşan, yakalanırsa sınır dışı edilebileceğini bilen bir kızdı. BM’deki kayıtlarında uydurma bir yaşamı yatıyordu D’nin; Türkiye’ye geldiğinde kendisine BM’ye söylemesi için bir öykü ezberletilmişti ve o da onu şakımıştı. Ama olmamıştı, bu öykü, mülteci olarak kabul edilmesini sağlayamamıştı. Sonra bir önceki öyküyü uyduranlar, başka öyküler uydurması için onu tekrar göndermişlerdi BM’ye… Türkiye’de sahte öykülerle ayakta kalmaya çalışan D, gerçek yaşamda aç kalmış, tacize-tecavüze uğramış, eğitimsiz kalmış, anasız-babasız kalmış, kimliksiz kalmıştı… Gerçek yaşam öyküsünü hiç anlatamamıştı. Oysa daha çocuktu Türkiye’ye geldiğinde, umutları taze, gözleri parlaktı. Okumak istiyordu, güzel sanatlar okumak istediği alandı. Ressam olmak istiyordu…

D, psiko-sosyal destek almak için gelip gidiyordu çalıştığım Ankara’daki proje ofisine. Hâlbuki daha temel gereksinimleri bile karşılanamayan birisinin psiko-sosyal danışmanlıktan tam olarak yararlanabileceğini düşünmek de anlamsızdı. Bu fikre birlikte çalıştığımız, çok değerli hocam, Psikolog Dr. Nedret Öztan da katılıyordu. Aslında D’nin sorunlarını tam olarak çözmek yerine, onu ayakta tutabilmekti amacı verilen psiko-sosyal desteğin.

Çalıştığımız Projedeki kayıtlardan D’nin cep telefonu numarasını aldım ve aradım. Sesi titriyordu. Tekrar helallik istedikten sonra, çok miktarda ilaç içtiğini ve artık çok geç olduğunu söylüyordu. İnsanca yaşamanın, onurun, mutluluğun, gülmenin ve de geleceğin kedisinden ne kadar uzakta olduğunu anlatıyordu, ağlıyordu. Telefonu kapattı. Yakınında olan sağlık merkezine gitmeye ikna edemeden kapattı telefonu…

Hasan’ı aradım ve BM’yi, Sağlık Merkezini, Ambulansı vb. yerleri aramasını söyledim. Hasan’dan D’nin çok yakın arkadaşı olan F’nin telefonunu aldım ve F’yi aradım. F’ye D’nin durumunu anlattım ve gidebileceği yerleri düşünmesini ve D’yi aramasını istedim. F ile görüşmem bittiğinde telefonuma cevapsız bir çağrı geldi, D idi bu. Hemen aradım. D, benimle konuşmanın kendisini rahatlattığını ve ölmeden önce benimle konuşmak istediğini söyledi. Sesi beni gitgide telaşlandırıyordu. Ben onun biran önce sağlık merkezine gitmesini ya da ambulans için yerini tam olarak söylemesini istiyordum. Hiçbir şey için geç olmadığını, BM’ye asıl yaşam öyküsünün farklı olduğuna dair yazı yazabileceğimizi ve kendisiyle yeniden görüşme yapılabileceğini söyledim. Bana “Umutlarım umudunu yitireli çok oldu, yeniden onları boş yere umutlandırma” dedi. Bu sözü D’nin aslında umudunun hala canlı olduğunu kanıtlıyordu ve bu cümlenin üzerine konuşmaya başladıktan birkaç dakika sonra D, sağlık merkezine doğru yol alıyordu, ikna olmuştu yeniden yaşama tutunmaya. Konuşurken telefon kesildi ve bir daha ulaşamadım. Eskişehir’e vardıktan iki saat sonra öğrendim, D’nin yolda yürürken düştüğünü, F’nin D’yi bulduğunu, hastaneye götürdüğünü… D ile ertesi gün konuştuğumda, umudunun umutlandığını hissettim. Yaşamımdaki en mutlu anlardan biriydi…

Not: D, yedi yıl sonra, gerçek öyküsünü anlattığı BM görüşmesinde mülteci olarak kabul edildi ve güvenli üçüncü bir ülkeye gönderildi. 2006 yılında gerçekleşen bu öykü tamamen gerçek, kullanılan D, F gibi isimler gerçek değildir.

Read Previous

“Mülteciler mecbur olmasalardı ülkelerini terk etmezlerdi”

Read Next

Helsinki Yurttaşlar Derneği ile Röportaj I