Göç karmaşık ve çok boyutlu bir olgu olduğu için göç literatüründe tanım sorunu büyük yer tutmakta ve tartışılmaktadır. Bu çerçevede mülteci ve göçmen kavramlarının birbirleri yerine, özensizce ve sıklıkla yanlış kullanımının olduğunu görmekteyiz. Göçle ilgili bir konu tartışılırken ve göçmenlere yönelik tutumlar eleştirilirken çoğunlukla sığınmacı ve mültecilerin de bu kategoride ele alındığı görülmektedir. Özellikle insan kaçakçılığı, tekne kazalarında ölümler gibi olaylar söz konusu olduğunda genellikle “göçmen” kelimesinin daha çok tercih edildiği görülmektedir. Ancak sözü edilen olaylara konu olan kişilerin içinde sığınmacı ve mülteciler de bulunmaktadır.
Göçmen tanımında temel nokta “daha iyi bir yaşam standardı” amacıyla başka bir ülkeye ikamet amacıyla yerleşme meselesidir. Kişi, kendi ülkesindeki yaşam standartlarını yeterli bulmadığı için kendince daha uygun gördüğü bir yere yerleşmeyi seçebilir. Kendi ülkesindeki yaşam koşullarının yeterli olup olmaması da başka bir tartışmanın konusudur. Mültecilikte ise “ırk, dini, milliyeti, belirli bir sosyal gruba üyeliği ve politik düşünceleri nedeniyle” kişinin ülkesinde yaşayamaz hale gelmesi, haklı bir zulüm korkusu nedeniyle ülkesinden ayrılmaya zorlanması ve başka bir ülkeye sığınması söz konusudur. Dolayısıyla mültecilik konusunda kişinin bir seçimi söz konusu değildir, doğrudan yaşamına yönelik bir tehdit söz konusudur ve kişi ülkesinden, dilinden, kültüründen ve köklerinden ayrılmaya zorlanmıştır. Bu nedenle uluslararası korumanın özneleri sığınmacı ve mültecilerdir.
Yürütülen tartışmalarda bu tanımlar arasındaki temel ayrımın görünür olmadığı ve çoğu zaman sığınmacı ve mültecilerin de göçmen kategorisinde değerlendirildiği görülmektedir. Örneğin yasadışı göçü önlemeye yönelik cezai tedbirler tartışma konusu olduğunda mülteciler de bu grupta değerlendirilmektedir. Oysaki sığınan ve sığınma iddiasında bulunan kişi diğer bir ülkeye yasal olmayan yollardan giriş yapabilir ve zaten mültecilik olgusunun doğasında da bir hazırlıksız çıkılan yolculuk olgusu bulunmaktadır. Bu yüzden cezai kovuşturmaya uğramaları söz konusu olamaz. Ancak bu özensiz kullanım ve karışıklıklar, sığınmacı ve mültecilerin hak ettikleri korumayı almalarını da engellemektedir.
Türkiye’de sıkça örneğini gördüğümüz tekne kazalarında trajik bir şekilde hayatını kaybeden ya da tır içinde havasızlıktan boğulanlar içinde de büyük oranda kendi ülkesinde hakları ihlal edildiği için ülkesinden ayrılan ve başka bir ülkeye sığınan insanlar bulunmaktadır. İnsan hakları ihlalleri yaşadıkları için ülkesini terk etmeye zorlanan bu kişiler yine yasadışı yollarla başka bir ülkeye gitmenin yollarını aramaktadır .
Küreselleşme süreciyle bağlantılı olarak da bu kavram karmaşasının mülteciler aleyhine bir durum yarattığı görülmektedir. Şöyle ki küresel pazarın gereksinim duyduğu alanlardaki istihdamı karşılamak üzere ekonomik nedenlerle göç eden göçmenlerin yanı sıra mültecilerin seçiminde de “nitelikli işgücü” ölçütüne bakılma riski bulunmaktadır. Oysaki mülteci alan ülkelerin göçmenler için uyguladığı ölçütler sığınmacı ve mülteciler için geçerli olamaz. Yani ülkelerin mültecinin daha eğitimli ve kalifiye olanının alma gibi bir seçim hakkı olamaz. Çünkü mültecilik önkoşul gerektirmeyen ve zorunlu bir durumdur .
Kavramlar arasındaki ayrımların bilinmesi ve özenli kullanımı konunun tartışma çerçevesi ve yasal arka planını belirlediğinden çok önemlidir ve üzerinde durulmayı gerektirmektedir.
Yorum yazabilmek için oturum açmanız gerekir.