Türkiye uzun süreden beri Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi geçici üyeliği için kolları sıvamış durumda. En son 1961 de geçici üye olan Türkiye, 47 yıl sonra geçici üyelik konusunda oldukça ciddi görünüyor. Neler yapmıyor ki üyelik için? Ayırdığı 50 milyon dolar bütçenin 20 milyonunu aidatlarını ödemedikleri için oy kullanma haklarını kaybeden, adını sanını bile duymadığımız ülkelerin aidat borçlarına verdi. Diğer parayla desteği istenen ülkelere jestler yapılıyor devlet başkanları en üst düzeyde karşılanıyor bazılarına zırhlı araçlar alınıyor. http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=Detay&ArticleID=500302 (Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği uğruna yaptıklarıyla ilgili Deniz Zeyrek’in 17 Nisan tarihli Radikal Gazetesindeki değerli haberini okuyabilirsiniz)
Geçici üyelik uğruna yapılanlar içinde en fütursuzca olanı Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşirin daha önce Çankaya Köşkünde 21 pare top atışıyla karşılanıp zengin bir programla el üstünde tutulması ve geçtiğimiz günlerde Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesinde aynı ilgiyle şad edilmesi, cesaretlendirilmesi. Peki, bu kadar ilgi gösterilen, değer verilen Ömer El Beşir kim?
Darfurda soykırım ve insanlığa karşı suç işlemekle itham edilen Beşir, 300 bin kişinin ölümünden ve yaklaşık 3 milyon insanın yerinden edilmesinden sorumlu tutuluyor. Beşir yönetimindeki Sudan hükümetinin siyahi kabilelere karşı sistematik ayrımcılığı 2003 te isyanla karşılık buldu. Buna karşılık Beşirin çözümü kökleri eskiye dayanan Arap-Siyahi etnik düşmanlığını canlandırmak oldu. Siyahilere karşı Janjavid denen Arap milislerini silahlandırıp destekleyen Beşir, Sudanı yandaşı olmayanlar için adeta cehenneme çevirdi. Hükümetin desteğini arkalarında gören Janjavidler kitlesel katliamları gerçekleştirmekte ve Sudan nüfusunun üçte ikisini yerinden etmekte gecikmediler. Janjavidlerin ve haükümet güçlerinin yaptıkları bunlarla da sınırlı kalmadı. Ülke içinde yerinden edilenler Darfur etrafına saçılmış 65 kampta da saldırılardan, tecavüzlerden ve şiddetten kurtulamadı. Şiddet hala devam etmekte. Uluslararası Af Örgütü, Sudanla ilgili hazırladığı raporda Janjavid militanlarının hükümete ait araçlarda, hükümet milislerinin üniformalarıyla dolaşıp katliamlar yaptığına işaret ederek, 2007’de Tarjem köylerinde 400 yaşlı ve kaçamayacak kadar zayıf olan kişinin Janjavidler tarafından öldürüldüğünü belirtiyor. Birleşmiş Milletler, Ekim, 2007’de yapılan saldırılar nedeniyle 30 bin kişinin ve sadece 2007 yılının Ocak-Kasım ayları arasında 280 bin kişinin göç etmek zorunda kaldığını belirtiyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü, 8 Şubat 2008’de Hükümet milislerinin Sirba, Silea, ve Ebu Suroj köylerine Janjavidlerin yardımıyla saldırdığını bu saldırılarda en az 100 sivilin öldürüldüğünü, 10 kadının tecavüze veya cinsel tacize uğradığını açıkladı.
Şiddetten kaçan ve kamplara yerleşen sığınmacılar kamplarda da hükümet milislerinin ve Janjavidlerin şiddetinden kurtulamıyor. Erkekler kamp dışına çıktıklarında şanslıysalar dövülüyor, değilseler öldürülüyor. Kadınlarsa kampın çevresinde odun topladıklarında genellikle tecavüze uğruyorlar.
Af Örgütü kamplarda kalan sığınmacıların yaşadıklarını kendi anlatımlarından şöyle aktarıyor.
“Kadınlar tecavüze uğrama tehlikeleri olsa da hala odun toplamaya gidiyorlar. Biz erkekler onları hala bırakıyoruz çünkü odun toplamaya giden erkekler öldürülebilir.’’
“Kampın etrafında yeterince odun yok. Ama Arab Jammala (deve çobanları) bölgeyi yönetiyor ve uzağa gitmeye cesaret edemiyoruz. Eğer erkekseniz, dayak yiyorsunuz, kadınsanız tecavüze uğruyorsunuz. Genellikle öldürmezler. Eğer dayak yemeye razıysanız, sadece döverler, ama direnirseniz öldürürler. Kadınlar, onlar tecavüze uğrar.”
“İçimden bir gün silahlı gruplara katılıp bana yapılanlar için intikam alacağıma dair bir his var. Bana tecavüz eden adamları biliyorum. Yanımda hep bir bıçak taşıyorum; onları ya da onlardan birini bir gün görürsem bıçağımı saplamakta tereddüt etmem…O günün hatıraları aklımı sürekli kurcaladı. Tamamen toparlanmış olduğumu da söyleyemem. Yaşananların şoku hala korkunç. Polise güvenmiyorum ve asla güvenmem.”
Darfurdaki ciddi insan hakları ihllaleriyle ilgili BM Güvenlik Konseyinin aldığı karar gereği yapılan araştırma sonucunda olay Uluslararası Ceza Mahkemesine (UCM) taşınmıştır. UCM savcısı Luis-Moreno Ocampo yaptığı uzun araştırma sonucunda 14 Temmuz 2008 tarihinde soykırım, insanlığa karşı suç ve savaş suçu işlediği iddiasıyla Beşirin tutuklanmasını talep etti.
Savcının tutuklama talebinden sonra Beşir ilk ziyaretini Türkiyeye yaptı ve büyük bir ilgi gördü devlet yetkililerinden. Bu ilgiden memnun olan Beşir İstanbuldan dünyaya meydan okudu. Yüzünde söylenenlerin, iddiaların umursanmadığını belirten bir ifadeyle kendisine zarar vermeyeceğinden emin olduğu şeriatı diline dolayıp gönül rahatlığıyla “bizi ancak şeriat yargılar” diyor. İnsan Hakları Derneği Beşir’in Türk mevzuatına göre tutuklanması gerektiğini belirtip Adalet Bakanlığına çağrıda bulundu. Bu hiç umursanmadı. Anlaşılan Türkiye, Beşir’le hemfikir. Onu ne Türk hukuku ne de uluslararası hukuk yargılar. Onu ancak şeriat yargılar.
Çoğu doğal felaket o kadar yıkım ve kıyımı yapamadıkları için Beşiri kıskanıyor. Sudan devlet başkanı Beşir’e büyük bir ilgi gösteren Türkiye, Beşirin sebep olduğu katliam yüzünden Türkiye’ye gelen sığınmacılara aynı nezaketi ve ilgiyi göstermiyor. Türkiyede bulunan Afrikalı sığınmacıların çoğu, çoğu zaman nefes almanın bile güçleştiği, küçük, izbe evlerde, odalarda tıka basa yaşamakta ve ne zaman ve neyle sonlanacağını bilmedikleri mülteci statüsü kararının açıklanmasını beklemekte. Bütün sıkıntılarını kendi başlarına halletmek zorunda olan bu mülteciler yaşadıkları sıkıntılarılar hakkında bakın ne diyorlar.
Helsinki Yurttaşlar Derneğinin çıkardığı Mültecilerin Sesi adlı bültende iki Sudanlı sığınmacı şunları aktarıyor:
“Arkadaşlarla gündüz yatıyoruz, akşam kalkıyoruz. Çünkü günde bir defa yemek yiyorum ve gündüz hareket etmeyerek daha az enerji harcıyorum. Bu şekilde hayatta kalabiliyorum.”
“Sürekli kalacak bir yer bulma ve hayatta kalma uğraşı veriyorum. Tek bir odada iki arkadaşımla birlikte yaşıyoruz. 150 YTL kira ve su, elektrik faturaları gibi masraflarımız var. Diğer tüm mülteciler gibi, biz de çalışma imkanımız olmadığı için birçok zorlukla karşı karşıyayız.”
Türkiyenin herkese aynı misafirperverliği göstermediğini anlatıyor bu durum. Beyoğlu Emniyetinde Festus Okeyin öldürülmesi de bu durumun aleni bir göstergesi. Arkadaşları Okeyin arkasından “daha iyi bir hayat için ülkeni terk etmek zorunda kalıp da, eve bir tabut içinde dönmek ne kadar acı verici” diye dert yandı.
İstanbul’daki Afrika Topluluğunun İçişleri Bakanlığına yazdığı mektup “bu mektubu size büyük bir ümitsizlik hali içinde yazıyoruz” diye başlıyor. Devamında “samimiyetle söylüyoruz, İstanbul’da polisler yüzünden, özellikle de Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü’nün ellerinde tarif edilemez acılar çekiyoruz. Size yaşamış olduğumuz bu acıları tek tek anlatmamız mümkün değil, çünkü sayı olarak çok fazla. Sayın yetkili, İstanbul sokaklarında özgürce dolaşamıyoruz ya da huzurlu bir şekilde uyuyamıyoruz. Neden? Çünkü sözde ‘”üniformasız” polis memurları, siyahi insanları bu mahallelerde ölümüne korkutuyor.”
Sudanlı mültecilere, öldürülenlerin yakınlarına, tecavüz edilen kadınlara hakaret edercesine Türkiye en üst düzeyde Beşiri karşılayıp şerefine 21 pare top atıyor. Köyleri yakılan, acılarla dolu bir yaşama mahkum edilen milyonlarca insanın varlığına karşın bunları yapan Beşir’i el üstünde tutuyor Türkiye. İnsan haklarının devlet çıkarları karşısında ne kadar değersiz, önemsiz algılandığının en açık örneklerinden biri bu durum. Beşirin sebep olduğu Sudan’daki yıkım nedeniyle ülkesinden ayrılanları, hala tecavüz edilme korkusuyla odun toplayan kadınları, ölüm korkusu nedeniyle kampın dışına çıkmayan erkekleri, kamplarda ve sürgünde umutsuz bir yaşama mahkum edilen insanları umursayan yok. Çünkü onlar ezilenler ekonomik ve siyasi getirisi olmayanlar. Türkiyenin tutumu sadece politik bir manevra değil aynı zamanda UCM tarafından savaş suçuyla, soykırımla, insanlığa karşı suçla itham edilen birine sahip çıkmak. Türkiye’nin etik olmayan bu tavrı Beşire İstanbul’dan dünyaya kafa tutma cüreti veriyor. Beşir İstanbul’da gördüğü ilginin sarhoşluğunda nutuk atarken mağdur ettiği insanlar aynı acıları çekmeye devam ediyordu. Ama bunun bir önemi yok.
Yorum yazabilmek için oturum açmanız gerekir.