Bir umut adası hikayesi ( I )

Göç hayatın ayrılmaz bir parçası ola geldi hep. Ama savaşların, savaşan tarafların gölgesinde yaşananların doğal sonucu ve üzerinde durulmasına gerek olmayan bir ayrıntı olarak hep sonlarda önemsiz bir ilgiyle ele alındı. Savaşlarla dünyanın şekillendiği böylesi bir ortamda önemsenen savaşan taraflar ve savaşın ihtişamıydı. İnsanların, hayatlarının göç ile değişmesi, harap olması önemsizdi. Bir taraftan ölüm, sürgün, savaşın vahşeti diğer taraftan bunun önemsenmeyip savaşa ve savaşan taraflara methiyeler dizilmesi. Böylesi bir ortamda başat anlayışlara karşın insanı ve doğayı odağa alan yazarlar için durum farklıdır. Onlar için savaşlardan, savaşı kazananlardan, kaybedenlerden önemlisi insanların, doğanın bu savaşlarla değişen, kirlenen yüzüdür. Kimi savaşlardan sonraki yıkıma, kaybedilen değerlere, hayatlara odaklanır. Kimi insanın içindeki kötülüğe. Kimi her şeye rağmen umutlu olmaya. Yaşar Kemal ise hem savaşın çirkin yüzünü en keskin imgelemle anlatabilen hem de bunun üzerine yaşamı kurabilen, umutlu olmayı hiçbir zaman kaybetmeyen, destansı anlatımıyla özgün bir konuma sahip yazardır. Her yazdığında yaşananlara karşın umutlu, mutlu ve o oranda sıradan bir hayata odaklanır. Ama savaşın insanlığı hırpalayan, yoksulluğu, çaresizliği, düşmanlığı dayatan acımazlığı üzerine mutlu, ortak bir hayata Bir Ada Hikayesi üçlemesinde değinir. Yezidilerin katledildiği, gövdelerinin Fırat Nehrine atıldığı, Fırat Nehrinin Yezidilerin kanı olup aktığı, Allahuekber dağında ve Sarıkamışta “kazığa kesilmiş” binlerce asker, binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan sökülüp atılan Rumların sürgün manzarası üzerine umutlu, mutlu bir hayat var bu kitapta.

Savaşın, haksızlığın, ihanetin, sürgünlüğün, zulmün, yoksulluğun üzerine bir cennet ada kuruludur Yaşar Kemal’in Bir Ada Hikayesi üçlemesinde. Her kötülüğe karşın iyiliğin olduğunu, dünyanın eziyetlere, haksızlıklara sahne olduğu kadar mutlu, güzel yaşamaya da sahne olabileceğini sezdirme çabasını anlar okudukça. Çeçen hanının, dengbejin, Rumların, Çerkezlerin, askerlerin, Karadenizli balıkçının, Girit’ten sürgün edilen Alevi dedenin ve ortak paydaları savaşın gölgesinde yeni ve mutlu bir hayat kurma olan bir çok insanın kusursuz bir anlayış içinde gelişen hikayesi kesişir bu adada. Ada savaşların acısını derinden yaşamış insanlara hayat verir. Hem de inanılmaz bir hoşgörü, anlayış ve sevgi içerisinde. Adada kimsenin diğerine kızdığını, sövdüğünü, fitnelik beslediğini, sorun çıkardığını göremezsiniz. Her biri dayanılması güç savaş ve sürgün acısıyla adaya gelmişken hepsi adeta melek olur adada. Ada bir Rum adasıdır. Rumların zorla Yunanistan’a gönderilmesiyle o güne kadar bin bir çaba ve emekle yaptıkları her şey bir anda biter onlar için. Sürgünü en acımasız haliyle yaşarlar. Kimi bu ülke uğruna savaşta kolunu, bacağını yitirmiş, anneler çocuklarını kaybetmişse de zorla gönderilirler. Yüzlerce yıldır yaşadıkları topraklardan adeta yüreklerinden koparılıp sürgün edilirken güzel evleri, bahçeleri, dükkanları, ev eşyaları onlardan sonra adayı mekan edinecek yersiz, yurtsuz insanlara kalır.

Savaş sonrası Anadolu viran bir yerdir. Anneler savaşa giden, künyeleri gelen ama öldüklerine bir türlü inanmadıkları çocuklarının köye geleceğine inanıp köylerini terk etmez. Binlerce annenin, kadının gözü sevdiklerinin yolunu gözler. Binlerce çocuk babasız kalır. Aileler dağılır. Savaş ve yaşananlar savaşa katılanların belleğinden silinmez. Kimi zaman savaştaymış gibi yeniden etkilenir her biri. Herkes göç etmiş gibidir. Bulunduğu yeri terk etmeyen yok sanırsınız. Ama en büyük sürgünü Rumlar yaşar.

Rumların sürgünü kolay anlaşılır gibi gözükmez. Milyonların hayatını etkileyen, telafisi imkansız acılara neden olan sürgünün sebebi nedir? Romanda bu konuda söylenen şudur; “bu derin kardeşlikten, dostluktan sonra bu düşmanlıklar neydi? İnsanlar çektikleri acılarda birleşiyorlardı da, yaşadıkları sevinçlerde niçin bir araya gelmiyorlardı? Savaş bitmiş, ölen ölmüş, kalan kalmışken, bu adanın güzel insanlarını binlerce yıllık yurtlarından bilmedikleri, görmedikleri başka diyarlara niçin, hangi hakla sürmüşlerdi?”

Rumlarla kardeşçe yaşayan yöre insanı Rumların sürgününe çok üzülür. Aralarında gelişen güçlü dostluk bağları onları birbirine sevgi sıcaklığında yaklaştırır. Sürgün edilince kimi en güzel teknesini armağan eder, kimi evini, bütün eşyalarını, dükkanını. Romandaki bir diyalogda şunlar söylenir “ne dediler de bu Rumları buradan gönderdiler! İşte burada kardeş kardeş yaşayıp gidiyorduk. Onlar bize hiçbir şey yapmadılar ki… Onlar gidince betbereket de gitti. Evimizi yapacak bir duvarcı, bir marangoz, söküğümüzü dikecek bir terzi, saban demirimizi dövecek bir demirci, bir doktor, bir baytar, bir tekne ustası, bir motor tamircisi de kalmadı” der.

Bir başka diyalog ise şöyledir; “kanun, kanun! Hristonun bir kolu Çanakkale’de kaldı benim şu ayağımla birlikte, Anafartalarda… bu mu kanun? Hiç kimse onu vatanından süremez. Sol kolu Çanakkale’de kaldı, yüreği de burada kalmasın.”

Rumların bütün yaptıkları onlara zarar olarak dönmüş gibidir. Yüzlerce yıldır yaşadıkları topraklardan zorla gönderilirler. Hikayenin geçtiği Rum adası bir hayalet ada olur Rumların sürgününden sonra. Mastikaları, etrafa yayılan balık kokuları, tekneler dolusu balıkla gelen yörenin en iyi balıkçıları, marangozlar, terziler, demirciler, motor tamircileri bir anda yok olur sürgünle beraber. Güzel evleri, tekneleri, bahçeleri, arıları, dükkanları hep içlerini acıtacak bir sürgünlüğün yalnızlığındadır.

Her zaman yaşananların tadını tuzunu kaçıran insanlar vardır. Bir şekilde yaşadıklarınıza sadece kendi istedikleri açısından bakarlar. Savaş mı var o zaman ölen insanlardan kalan evleri, arsaları kapma derdine girerler. İnsanlar mı aç satacak bir şeyleri alıp kar kapma derdinde olurlar. Sefalet mi var bana ne benim suçum mu diye bakarlar. Romanda bu insanlardan ikisi dikkat çeker. Bunlardan biri Hacı Remzidir.

Rumların sürgününden önce adaya giden Hacı Remzi arkadaşı Perikles’i ziyaret eder. Hacı Remzi yüzünde zerre kadar karşılık bulmayan hüzün havasını yansıtabilmek için arkadaşı Perikles’i iltifatlara boğar. Onların sürgün edilmesinin inanılmaz, kabul edilemez bir haksızlık olduğunu söyler. Beraber savaşıp hayatını kurtaran Perikles’in sürgününü önlemek için her şeyi yaptığını söyler. Uğruna savaşıp bedel ödediği ülkeden sürgün edilmesinin haksızlık olduğunu söyler. Hacı Remzi en sonunda ağzından dökülen şu sözcüklerle belli eder niyetini ve Perikles’e şöyle der; “ Ben de senin için, son gittilik, bir şeyler yapayım, dedim, bu arkadaşları da yanıma aldım ki, teknesi, şu koltukları, şu güzel halıları, senin İtalya’dan gelmiş yemek takımların vardı ya altın yaldızlı, onları, başkaca neyin varsa satın alalım da başkasına gitmesin. Geldim ki hem başsağlığına, geçmiş olsuna, hem de mallarını yok pahasına satmayasın, diye. Ne diyorsun, Perikles?”

Perikles söylenenleri sonuna kadar büyük bir kayıtsızlıkla dinler. Perikles’in sessizliği çaresizliği, haksızlığı, ihaneti ve ülkesinden sürülmeyi kabullenememenin hüznünü yansıtır. Buna dayanamayan Hacı Remzi istediklerini duyamamış ve içindeki fitneliği, ihaneti güzel sözlerle gizleyememiş olmanın öfkesiyle Perikles’e bir anda ateş püskürür. “konuş, konuş, bir şey söyle aşağılık namussuz. Ulan konuşsana kokmuş domuz taşağı, ulan konuşsana uyuz köpek. Konuşsana ulan dinsiz oğlu dinsiz….”

Hacı Remzi istediklerini Perikles’in rızasıyla alamayacaksa bunun sorun olmayacağını bütün istediklerini güç kullanarak alabileceğini söyleyip tehditler savurarak, artık bu toprakların onların olmadığını bin yıllardır bu topraklarda yaşadıklarını ama artık bu toprakları kokuttuklarını söyleyip ayrılır adadan. Hacı Remzi felaketlerden, zulümlerden kar kapma peşinde olan ve beraber aynı cephede savaştığı insana bile sadece çıkarlarına hizmet ettiği sürece değer biçen bir hayırsızdır. Ama bu güzel hikayede hak ettiği gibi o sadece ibretlik bir manzara olarak nakşedilir.

Rumların gidişiyle ada, güzel evleri, yarım kalmış işleriyle gelecek insanların gelip adayı doldurmasını bekler gibidir. Artık ada Anadolu’nun dört bir yanından ve Yunanistan’dan gelen insanlara yaralarını sarması için eşi bulunmaz bir mekandır.

Read Previous

Mart ayı iltica verileri: 2129 gözaltı, 6 ölü, 581 sınır dışı

Read Next

UAÖ’nün Mülteciler İçin Hükümete Tavsiyeleri