Bazen, sanık sandalyesini göze alarak yola çıkmadan, hakikatli bir ‘biz’e varmak mümkün olamıyor. Festus Okey’i öldürenlerin ve adaleti işletmemek için her yolu deneyenlerin karşısına tek yoldan ve bir gövde olarak çıkmak, en başta kendimize, ‘biz’e karşı olan yükümlülüğümüzün gereğini işaret ediyor.
Emre Dursun’un yazısı
2005’te kaçak olarak Türkiye’ye gelen ve 2007 yılının Ağustos sonunda, bir arkadaşıyla beraber gözaltına alınarak Beyoğlu Asayiş Şube Müdürlüğü’ne götürülen Festus Okey’in akıbeti, 10 gün sonra şöyle bildirilmişti: “…1982 doğumlu Peter oğlu Festus Okey’in cenazesi tabutlanmış ve müherlenmiş olup Nijerya ili Legos ilçesine naklinde sakınca yoktur.”
Asayiş Şube’de maruz kaldığı muamelelerin tümünden haberimiz yok, ancak o günden beri ölümünün ‘yanlışlıkla’ olduğu savı, ‘yetkili merciler’ tarafından dillendirilen tek ‘gerekçe’. Tabii Türkiye’de ‘yanlışlıkla’ ölen ve öldürülenlerin sayısı, normal yollardan ölen ve öldürülenlerinkini aşacak seviyede olduğu için, bu da bir ihtimaldir. Ancak bu ‘yanlışlığın’, Festus’un, kendisiyle’ilgilenen’ bir polisin silahını almak isterken cereyan etmesi; bu olaydaki asıl yanlışlığı gözümüze sokmuyor da değil.
Gözaltındaki bir insan, neden bir polisin silahını almak istesin? Bunu nasıl yapmış olabilir peki? Nezarethaneden fırlayıp polisin beline sarılarak değil herhalde ya da durup dururken? Silahı çok beğendiği için olabilir mi?
Hiç sanmıyorum. O silah belden çıkmadan, ona hamle yapmak, o kadar da akıl kârı değil. Hele de göçmenlere kötü muamelesi dünya sıralamasında şampiyonluğa oynayan bir ülkede, her mülteci ya da ‘kaçağın’ harcı değildir bu. Festus’un, söz konusu muameleleri hepimizden fazla hatmetmiş olduğunu tahmin ve tespite de ihtiyacımız olmasa gerek. Öte yandan, dikkat edin, henüz hâlâ ‘yanlışlık’ ihtimalini olumlar vaziyette yaklaşıyoruz. Oysa, “bir ihtimal daha var”…
‘İstemeden tecavüz eden’ insanların bulunduğu bir yerde, ‘yanlışlıkla adam öldürenler’in çıkmayacağını söylemek safdillik olur, farkındayım. O yüzden bu ihtimal üzerinde bu kadar durdum. Bunu, memleketimizi solumamış insanlara anlatmamız her zaman o kadar kolay olmayabilir diye. Ama saçma sapan açıklamaların, ‘olur’ yazılarıyla başımızın üstüne doğru sürekli pike yaptığı; özrün kabahatten beter olduğu böyle bir yerde işin aslına gelecek olursak eğer, ilk elden şöyle diyebiliriz: Festus Okey, polisler tarafından gözaltında katledildi. Evet, böylesi daha ‘bize ait’görünüyor, bence ‘olur’.
O gün bugündür, ziyadesiyle aşinası olduğumuz bir dava yürüyor Festus Okey’in öldürülmesiyle ilgili olarak. Tabii, lafın gelişi ‘yürüyor’. Çünkü bugüne dek davanın görüldüğü duruşma salonlarından, kayda değer herhangi bir şey çıkmadı.
Geçtiğimiz Ağustos ayında, yani Okey’in öldürülmesinin üzerinden geçen üç yıldan sonra bile, Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemesi, Festus Okey’in gerçekten Festus Okey olup olmadığını anlayabilmek için halen ‘kimlik bekliyor’du. Hatta, sanık polis Cengiz Yıldız’ın avukatı işi, “Bu kişinin adı Festus Okey değil, kaçak bir vizeyle gelmiş, adını sonradan Festus Okey koymuşlar. Acaba terörist midir?” demeye kadar vardırmıştı.
Festus’un ‘Festus’ olmasının ya da olmamasının olayın vahamet derecesinde en küçük bir etkisi olmayacağını bilen bizler de o zaman görmüştük ki, eğer birilerinin, senin gerçek isminden şüphe ettiği türden bir sınıra dayanırsan, artık orada başına ne gelirse gelsin, bunun ‘Türk adaleti’ nazarında bir karşılığı bulunmuyor. Bilinmeyen diller, tanınmayan kimlikler, görülmeyen renkler diyarında ölümün ya da ölünün ‘isim hakkı’ bile devletin tekelinde duruyor.
27 Ocak’ta ne olacak?
Davanın, örneklerini sayamayacağımız türevleri gibi birkaç ayda bir gerçekleştirilen etkinlikler gibi sürdürülmesi ve kimlik tespiti yapılmadan, suçun da tespit edilemediği bir sürüncemeye hapsedilmesi üzerine, geçen duruşmada müdahillik talebinde bulunan dokuz kişinin dilekçeleri reddedilmiş, ancak bu kişiler hakkında suç duyurusunda bulunulmuştu.
Festus Okey davasının bundan sonraki duruşması, 27 Ocak 2011 Perşembe günü, saat 13.50’de yine Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek. Burada, Hrant Dink ve Pınar Selek duruşmalarında olduğu gibi bir dev gövde oluşturmak mühim, ancak daha önemli bir eylem planı da var: ‘Örgütlü suç işlemek’!
Bizimle yargılanır mısınız?
Konuyla ilgili çalışmalar yürüten Göçmen Dayanışma Ağı’nın (GDA), müdahillik konusunda da daha kapsamlı bir örgütlenmeyle hareket etme önerisi var.
Yayınlanan çağrı metninde GDA gönüllüleri şöyle sesleniyor:
“Festus’un katledilişini kimlik bahanesiyle unutturacaklarını, ört bas edeceklerini zannedenler yanılıyorlar. 20 Ağustos gecesi öldürülen Festus Okey’i unutmamak ve onun için adalet talep etmek için bizim kimlik belgesine ihtiyacımız yok. Hepimiz Festus Okey’e tanığız.
Festus bizim kardeşimiz, unutmadık; unutturmayacağız.
Bu nefret dolu, ürkütücü ayrımcılığa gözlerimizi, kulaklarımızı kapamak ve sessiz kalmak mümkün değil! Katil kim olursa olsun cezasını çekmeli.
Bu davaya müdahiliz. Adalet istiyoruz; hemen şimdi!”
Yan etkiler
GDA üye, gönüllü ve destekçileriyle birlikte, sürece destek verecek herkesin, her türlü vicdan atağına karşın akıllarının bir köşelerinde tutmaları ve bu konuda omuz vermeleri için davet edecekleri herkese de özellikle hatırlatmaları gereken en önemli noktayı belirtmekte fayda var: Daha önce müdahil olmak isteyen dokuz kişi hakkında, ‘mahkemeye hakaret ettikleri’ gerekçesiyle suç duyurusunda bulunulmuştu.
Bu kez farklı dilekçelerle daha fazla insanın müdahale başvurusu yapacak olması her ne kadar ciddi bir etki yaratacak; bu dilekçelerin tek tek, isim isim dava dosyasına girecek olmasıyla dahi istenen cevap verilecekse de mahkeme hiç değilse kendiyle ‘çelişmemek’ adına, sayının çokluğuna bakmaksızın, bu kişiler hakkında da yine suç duyurusunda bulunacaktır.
Tabii, çelişkinin hası şurada: Kabul etmediğin, teslim bile almadığın dilekçelerin içinde ‘suç’ teşkil eden ifadeler bulunduğuna nasıl kani oldun? En azından kendi akıl sağlığımız açısından, mahkemeye bu soruyu sormayı biraz erteleyelim.
Şuraya gelelim: ‘Normal şartlarda’, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurmak için, ‘iç hukuk yollarının tükenmiş olması’ koşulu aranır; fakat burada ‘iç hukuk yolları’nı kat edemiyor olduğumuz hakikati, AİHM’e daha erken başvurmaya gerekçe teşkil ediyor: “Defalarca ve çok sayıda insanın davaya müdahale etme taleplerinin, daha kapıdan girmeden geri çevrilmesinin ve bu kişiler hakkında da suç duyurusunda bulunulmasının; Okey davasının sonucunun şimdiden belli olduğuna ve mahkemenin iç hukuku dahi ihlâl ettiğine bir alamet sayılabileceği için, AİHM’e daha erken gitmek mümkün olabilir.”
Velhasıl, ‘yan etki’ dediğim suç duyurusu ihtimali ne kadar ‘ihtimal’se, bence ‘yan etki’ de aynı ölçüde ‘yan etki’dir. Çünkü bu noktada sorulması gereken öncelikli soru şu:
Gerçekten “hepimiz” mi?
Bazan ayrım gözetmeksizin her unsurdan; bazan da ırk, inanç, cinsiyet yahut cinsel yönelimler üzerinden, çağın kaldıramayacağı kadar devasa nefretler devşirmeyi becererek yarattığı ayrımcılıklarla; türlü hak ihlallerine, cinayetlere, katliamlara elebaşılık, ‘yardım ve yataklık’, savcılık, avukatlık, hakimlik, yarenlik eden ya da halihazırdaki’sevdalılarının’ münferit performanslarına ısrarla gözlerini yuman devlet; yalnızca sloganlarla geri durmayacağını bize her fırsatta gösteriyor.
Valilik makamında tehdit edilip, bir süre sonra sözde ‘damarı kabarmış’ bir piyon marifetiyle elimizden alınan Hrant’ın ardından “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz” demek, diyebilmek; keza, kimyagerlerin’raporlarıyla’ yıllardır nefesine müebbet biçilmeye çalışılan Pınar Selek için “Hep tanığız” diyerek ayaklanmak, değerini elbette devletin karşısında aldığı skorlarla yaratıp kökleştirmiyor. Bazı dönemlerde, dönümlerde, kırımlarda artık çığlıklarımızdan, adımlarımızdan, tanıklığımızdan fazlası gerekiyor.
Bazen, sanık sandalyesini göze alarak yola çıkmadan, hakikatli bir ‘biz’e varmak mümkün olamıyor. İşte tam da bu nedenlerle bugün, Festus Okey’i öldürenlerin ve bu cinayette adaleti işletmemek için her yolu deneyenlerin karşısına bir tek yoldan ve gerçek bir gövde olarak çıkmak, tüm diğer örneklerde gecikmiş buluşmamızı da katmerlemesi açısından, aslında en başta kendimize, ‘biz’e karşı olan yükümlülüğümüzün gereğini işaret ediyor.
Hülasa, ben Festus Okey davasına müdahilim! Biz, Festus Okey davasına müdahiliz!
Bu gadrin tanığı olmanın yetmediği ve dahi daha büyük bir haksızlıklar silsilesini de fitillediği yerde, biz bu davanın sanıkları olmaya da amadeyiz.
Çünkü, “asıl emniyetli yaşamaktır, korkutucu olan.”*
* Tezer Özlü
Emre Dursun
Kaynak: BİANET
Yorum yazabilmek için oturum açmanız gerekir.