Yıllarca insan hakları örgütleri tarafından ağır bir biçimde eleştirilen ve İnsan Hakları İzleme Örgütüne göre 2010 yılında insan hakları ihlallerinin en yoğun yaşandığı ülke olan Suriye bütün bu yaşananlara karşın “iç” savaş öncesinde Türkiye’den övgü alan, yetkilileri en iyi şekilde ağırlanan dost ülkeydi.
Bugün ise savaşın enkazı haline gelen ülke Türkiye’ye düşman konumda. Aslında Suriye’de yaşananlar çoğumuz için şaşırtıcıydı. Suriye’de yaşananlar başta Arap baharı olarak tanımlanıp devrim havasında değerlendirilse de durum başından beri Mısır, Tunus ve Libya’dan farklı gelişti. Bu, çoğu ülkenin beklemediği bir gelişmeydi. Hal böyle olunca birçok ülke Suriye politikasında değişikliğe gitti. Şaşırtıcı olan ise komşularıyla “sıfır sorun” politikası izleyen Türkiye’nin başından beri Suriye rejimini hedef tahtasına koyması ve Suriye’deki silahlı grupları başından beri destekleyip ve yaşanan gelişmelere rağmen politikasında değişikliğe gerek duymamasıdır. Aslında Türkiye sadece politikasında ısrarcı davranmadı aynı zamanda batılı ülkelerin ve ABD’nin Suriye’ye müdahale etmesini teşvik edip onları da izlediği politikaya çekmeye çalıştı. Bu gerçekleşmedi. Ama Türkiye hala elinden geldiği, gücü yettiğince Suriye’deki gelişmelere müdahale etmenin derdinde görünmektedir.
Suriye artık eski Suriye değil. Bu durum sadece Suriye’nin savaş durumunda olması ve savaşın acımasız yüzünü göstermesiyle ilgili bir durum değil. Algılar da savaş dönemi yaşananlarla yeniden şekilleniyor. Taraf yazarı Ceyda Karan 13 Eylül 2013 tarihli yazısında savaş öncesi ve savaş sonrası Suriye’ye yaptığı ziyaretlerle ilgili şunları belirtmekte: Suriye’nin başkentine 1.5 yıl kadar önce geldiğimde, yani ayaklanmanın birinci yılında, ilk tezahürlerini görmüştüm. Sokakta gazeteci olarak konuşmaya çabaladığım pek çok Suriyeli nereden geldiğimi öğrendiklerinde, yüzüme kötü kötü bakmış, elleriyle ‘git işine’ işareti yapanlar olmuştu. Şaşırtıcıydı, zira beş sene önce ne kadar farklıydı! Hayatımda hiç bir ülkede bu kadar el üstünde tutulmamıştım. Köprülerin altından çok sular akmış. Rastladığım üç beş istisna dışında diyebilirim ki kadim Şam’ın kalbi ‘Türkiye’ye kapanmış’, ‘Şam’daki Türkiye yarası büyük’[1].
Ne yazık ki Suriye’deki durum artık insani duyarlılığı hiçe sayan istatistiklerle açıklanabilir duruma geldi. Sıradanlaşan akla zarar vahşi öldürmeler, işkence, yüz binlerce insanın hayatta olmamasını normalleştirir hale geldi. Tecavüzler, çocukların, kadınların en çok öldürülenlerden olması zaten savaşın kabullenilmiş hali. Savaşın göç boyutu ise Suriyelilerin yaşadıklarını sınır dışında hissettiren başka bir boyut. BM’ye göre 3 buçuk milyon Suriyeli yerinden edildi. Yerinden edilen bu insanlardan 2 buçuk milyon Suriyeli komşu ülkelere sığındı. BM, 2014 sonunda yerinden edilen Suriyeli sayısının iki katına çıkacağını tahmin etmektedir[2].
Türkiye, Suriyeli mülteciler konusunda başından beri takdir edilecek açık kapı politikasını uyguladı. Fakat Türkiye’nin Suriye’deki silahlı grupları desteklemesinin bu durumu gölgelediğini kabul etmek gerekiyor. Bununla beraber Suriye ve Suriyeli mülteciler konusunda Türkiye’nin hesaplarının tutmadığını belirtmekte yarar var. Bunu başta Türkiye’ye gelişleri adeta teşvik edilen fakat artık Türkiye’nin dört bir yanına dağılmış ve başlarının çaresine bakmak zorunda bırakılan Suriyeli mülteciler gerçeğinden de anlamak mümkün. Türkiye’nin Suriyeli mülteciler konusunda başta takındığı olumlu tutum artık sadece kapıların açık tutulması ve sonrasının Suriyelilerin hayatta kalma becerilerine bırakıldığı bir boyutta. Suriyeli mülteciler konusunda Türkiye’nin hesaplarının tutmadığını ve başta gösterilen göçü teşvik edici tutumun değişmesiyle ilgili çeşitli iddialar bulunmaktadır. Radikal Gazetesi yazarı Fehim Taştekin’in 27 Ocak 2014’te yayınlanan “Muhalif Bir Suriyeliden One Minute: Asıl Osmanlı Biziz” adlı yazısında şunları belirtmektedir: 12 uluslararası insan hakları örgütü, Türkiye’nin müdahale için sığınmacı sayısının 100 bini bulmasını kırmızı çizgi tayin edip mülteci akınını teşvik ettiği, Suudi Arabistan hapishanelerinden bırakılanlar dahil dünyanın dört bir yanından militan taşınmasına ortaklık ettiği, silah sevkiyatında yer aldığı, silahlı gruplara lojistik ve askeri eğitim sağladığı, Suriye’nin sanayi kuruluşlarının yağmalanıp sınırın bu tarafına satılmasına göz yumduğu gibi dudak uçuklatan iddiaların yer aldığı kabarık bir dosya hazırlıyor[3]. Aslında bu iddiaların hemen hepsiyle ilgili ayrıntıları Mehveş Evin’in “Suriyeli Misafirler” adlı yazı dizisinde de bulabiliyoruz[4].
Suriyeli mültecilerin Türkiye’ye ilk gelişleri hatırlandığında Türkiye’nin külfet paylaşımı çağrısında bulunmadığı, bu mülteci akınından şikayetçi görünmediği, mülteciler için ilgili hukuki düzenlemelerde karşılığı olmayan “misafir” tabirini kullandığı, mülteciler için hazırladığı kampları STÖ’lere ve basına açmamasını Türkiye’nin bu konuda benimsediği politikayla ilişkilendirmek lazım. Fakat durumun Türkiye’nin beklediğinden farklı geliştiğini ve politikasının mevcut gerçeklik karşısında etkisiz kaldığı anlaşılır hale geldi. Bu konuda Taner Kılıç sitemizde yer alan Suriyeli Mülteciler isimli yazısında şunları belirtmektedir: Ancak belli ki Suriye’deki iç karışıklık ve çatışmalar Türkiye’nin tahmin ettiğinin aksine –diğer Arap baharı yaşayan ülkelerdeki süreçlerden farklı olarak- çok daha uzun, çok daha kanlı ve çok daha zor koşullar altında ilerledi ve muhalifler lehine açık bir üstünlük aşamasına geçilemedi. Bu durumda artık kampların ve Suriyeli sığınmacıların ekonomik maliyetinden çok daha fazla söz edilir ve dünyanın geri kalanının elini cebine atmamasından şikayet edilir olmaya başlandı.
Savaşan taraflar, üstünlük kurma adına sivil, çocuk, kadın ayrımı yapmadan savaşın şiddetini arttırdıkça savaşla ilgisi olmayan insanlar yerinden ediliyor. Ve anlaşılan o ki savaşın lehine gelişmesi için yerinden edilen insanlar ve hayatları bir koz olarak değerlendirilebiliyor. Türkiye’ye gelen mültecilerin sayısı arttıkça insanlar “kaderine” terk edildi. Ve bu durum Suriyeli mülteci gerçeğini iyice görünür hale getirdi.
Not: Bundan sonraki yazıda Türkiye’deki Suriyeli mültecileri durumunu değerlendirmeye çalışacağım.
Yorum yazabilmek için oturum açmanız gerekir.