Elimi Bırakma kitabı üstüne

Suriye’de, savaşın gölgesinde mimar olma hayallerini diri tutmaya çalışan Halep’li Refikanın “insani ve vicdani” yaşam öyküsünü konu alan, Eser Kemal’in Elimi Bırakma adlı romanı basıldı. Eser Kemal’e romanıyla ilgili sitemiz için kaleme aldığı yazı için teşekkür ediyoruz.

Elimi Bırakma: Ayaklarının altından kaydığını düşündükleri toprağın üzerinde yürüyenler…

Bazı tebessümler vardır. Dudakların kenarını hafifçe yanağa yaklaştıran, gözdeki parlamanın hemen akabinde derununda bir sızı yaşatan tebessümler… Omzuna yüklenen zor sıfatların altında ezilmeden yürümeye gayret gösterirken, mürekkebi umuda değdirilerek yüze çizilen tebessümler…

Bir anımı anlatmak istiyorum.

Elimi Bırakma’ya nokta koymaya hazırlandığım günlerde Almanya’nın Verl kentinde yaşamını sürdüren, aslen Antakya’lı dostlarımla yaptığımız bir sohbet esnasında; kasabalarındaki sığınmacı bir aile ile ahbaplık kurduklarını öğrendim. Birbirlerine humus, içli köfte, kaytaz, tepsi kebabı ikram ettiklerini, sığınmacı ailenin iki kızının Suriye yaşamlarını, umutlarını, telefonda dinlediğim gün aşırı sohbetlerin üzerine, yanlarına gidip tanışmaya karar verdim. Gittik. Sıralı prefabrik evlerin arasından, önünde ufak koyu lacivert bir bisiklet olanına doğru ilerledik. Gurbette uzun yıllar çalışmışsınızdır da memleketlinizle tesadüf de olsa karşılaşmışsınızdır… Öyle izzet ikramla, muhabbetle baktılar gözlerimizin içine.

Detaya girmeyeceğim. Suriye’den Almanya’ya uzanan hikayelerini kısa başlıklarla dinledim biraz da Almanya günlerini konuştuk. Kalkmamıza yakın ailenin iki kız çocuğuna ileride ne iş yapmak istediklerini sordum, düşünmeden biri avukat diğeri doktor dedi. Annelerine döndüm, dünyanın tüm imkanları elinizde olsa nerede yaşamak isterdiniz dedim. İç çekti, yüzüne ince bir tebessüm yerleşti. “Lazkiye” sözcüğünü kısık sesle dillendirdi.

Zordur sığınmacı olmak. Sosyal, siyasal yahut ekonomik nedenlerle yaşadığın toprakları ardında bırakmak, geriye baktığın yerin gidilecek noktadan daha uzak olduğunu her solukta hatırlamak zordur. İstemez kimse… “Elimi Bırakma” da Suriye’nin içinden geçtiği tüm süreçlere paralel ilerleyen yaşamlara mercek tutarken; umutlara, yaşadığı topraklar üzerinde kurulmak istenen “yaşanası” geleceğe dokunuyor. Refika’nın mimarlığa duyduğu iştahla soluklanıyor, Ali’nin yaşadığı zamana taşıdığı 29 senelik hüznü içselleştiriyor. Aynı dilde yükselen farklı duaların nasıl sesinin kısıldığını, “iyi olsun” diye yazılan yeni hikayelerin mürekkebinin nasıl kana batırıldığını sorguluyor Feyza ile.

Sevginin en saf halini büyütüyorlar. Gazale Konağı’nın taş duvarlarına çizilen bir eskize bakarken umutlarını yarıştırıyorlar. Halep Kalesi’ndeki Saray Hamamı kubbeleri arasında turlarken, Atlantis söylencelerindeki aşklara tutunuyorlar. Velazquez’in Nedimeler tablosunu gözlerinin önüne getirip kendilerini arıyorlar.

Sıcaklar ülkesinin otonom bölgesine benzettikleri Cemal Abdulnasır Parkı’nda soluklanırken, ağaçların dallarını savurarak merkezi otoriteye karşı yükselttikleri direniş müziğine kulak kabartıyorlar. Taraf olmaya zorlandıklarında ille de insanı seçiyor, her biri diğerinin dokunduğu hayatı pamuklara sarıyor.

Savaş tabii. Dudaklardan ismi ilk devrildiğinde acının habercisi… Bir postalın yahut düzensiz bir kıyafetin yaşanan insanların üzerine geçirilmek istenmesi… Öyle diyordu Ali de…  “Bir nevi Suriye’nin özeti oldu Halep. Elinde silahı olan her unsurun bir diğerine ideolojisini dikte ettiği bulunmaz bir laboratuvar…”

Gün geliyor, yaşadıkları yeri değiştirmek isteyen değil, yaşadıkları yeri yaşamak isteyen insanların seçenekleri kalmıyor. Kayıplarını anılarına dolduruyor, ayaklarının altından kaydığını düşündükleri toprağın üzerinde yürümeye başlıyorlar. Ve bir vakit; insanca yaşama duydukları saygıdan ötürü ölümü göze alıyorlar. Yüz binlercesinin denediği gibi, kot şortlu kırmızı tişörtlü çocuğun 2 Eylül gecesi ailesiyle birlikte çabaladığından farksız…

Son olarak;

Kardeşimin “Elimi Bırakma”ya atfettiği kitapta da yer verdiğim şiirin birkaç dizesiyle noktalamak istiyorum.

bu yol,

dar yüreklerin karanlığına saplanan bir bıçak gibi kanlı,

bu yol,

hayat ile ölüm,

zulüm ile hüküm,

nakış nakış işlenmiş bir örümcek yuvası,

gökyüzüdür elbet bu dumandan yukarısı…

Eser Kemal

Read Previous

“Bu bir dayanışma değil, mültecileri kullanma” Afganistanlı bir sığınmacıyla röportaj

Read Next

Korona Salgını, Dünya Düzeni ve Mültecilik