Korona Salgını, Dünya Düzeni ve Mültecilik

Hayatımızın akışı beklemediğimiz bir zamanda ve hiç hesapta olmayan bir sebep yüzünden aniden değişiverdi. Dünyayı sarsan bu değişim ne bir ihtilal ne bir savaşla oldu. Zaten egemenlik uğruna her yolu mubah gören insan kaynaklı hiçbir gücün böylesi bir etkiyi bu sürede yapması mümkün olamazdı.

Teknolojinin şaşırtıcı bir hızla ilerlediği bu dönemde böylesi bir felakete popüler film ve dizilerden aşina olduğumuz ejderhaların, zombilerin, uzaylıların, göktaşının, robotların sebep olmaması çoğumuzu ters köşe etti. Hiçbir sınırı, sınıflamayı ve sınırlandırmayı umursamayıp bizi hayrete düşüren Korona salgını dünyayı adeta bir film setine çeviriyor. Bu film öylesine salgının kontrolünde ilerliyor ki hepimiz bize vereceği rolü sükûnetle, ne zaman başımıza bela olacağını korkuyla, başrolü ve sahnesi değişen filmde, sonraki aşamada yaşanacakları ve filmin nasıl bir sonla biteceğini merakla bekliyoruz.

Bu tehdit, bir yandan ekonomik büyüme rakamlarına, insanların dört elle sarıldığı ve var ettiği için övündüğü bütün varlıklara felç edici darbe vururken sınır, şehir, din, dil ve yaşam tarzı fark etmeksizin bütün insanları birbirine bağlayan biyolojik ortaklığa ve yaşamsal imkanlara dikkat çekmesi açısından ders vericidir.

Daha önce Kara Veba, Kolera,  İspanyol Gribi bize bu ortaklığımızı hatırlatıp ders vermişti. Bu sefer Çin’in Hubey eyaleti Wuhan şehrinde beliren Koronavirüsün yeni bir türü olan Covid 19 modern, küresel dünyamızı sarsarak yıkıcı bir ders veriyor.

Bugün Koronavirüs dünyanın gözde şehirlerini, süper güç olan ve gücünü artırmaya çalışan ülkeleri hayal gücümüzü zorlayan bir saldırıyla çaresiz bırakıyor.

Füzelerle, nükleer silahlarla, mülteciler üzerinden yapılan tehditler, koşuşturmayla geçen günlük rutin, tıklım tıklım sokaklar, çalışan fabrikalar, eğitim kurumları, çocuklarla dolu oyun alanları, parklar, alışveriş merkezleri, rahatsız edici bir yakınlık geliştiren toplu taşıma, kutsal mekanlarda ibadet, uçuk paraların döndüğü futbol gösteriler ve onlarca yaşamsal gördüğümüz şey şu sıralar gündemde değil.

Korona salgınıyla beraber gündemimiz ve odağımız değişiyor. Yakın bir zamanda can alıcı gündemimiz olan Suriye, İdlib ne kadar da silikleşti zihnimizde. Avrupa’ya dersini vermek için Pazarkule’de sınırları aşması teşvik edilen sığınmacılar, nasıl da haberlerden, ekranlardan uzak kaldı. Sahi mültecilerle ilgili neler oluyor? İşçiler iş kaybederken, işyerleri kapanırken daha korumasız durumda olanların durumu ne? Hayat onlar için de eve sığıyor mu? Kaç mültecinin sığınabileceği bir evi, geçinebileceği bir geliri var?

Koronavirüs var olan düzeni mülteciler açısından da sarsıyor. Mülteciler, yaşamlarını sürdürmek amacıyla ülkelerini terk edip güvenli bir ülke ararken güvenli bölgeleri Koronavirüs belirliyor. Yani insan eliyle yapılan yıkım, savaş ve tehdit artık Covid 19’un biyolojik gücüne karşı iktidardan düşmüş görünüyor.

Mültecilerin kaçtıkları ülkelere yeniden dönüşlerini salgın günlerinde görmüş olduk. Salgının İran’da yayılmasıyla beraber birçok Afgan mültecinin Afganistan’a geri döndüğü kayıtlara geçti.

Avrupa dönemin gözde kıtası ve Afrika ise yer altı zenginlikleri dışında istenmeyen kıtası konumundayken Korona Virüs nedeniyle birçok Afrika ülkesinin Avrupa’dan, ülkelerine olan uçuşlara kısıtlama getirmesine tanık olduk.

Papa İtalya’da boş meydanlara hitap ederken, safları sıkı tutun denilen cemaat namazlarında özenle bir metreden uzak durulduğunu gördük.

Din adamları, bilim insanlarının salgına bir an önce çare bulması için dua ediyor.

Devlet başkanları, tecrübe kazandıkları politikalar salgına cevap olmayınca bocalayıp duruyorlar.

Askerler diğer ülkelere dezenfekte, salgınla mücadele ve doktorlar hastaları tedavi etmek için gidiyor.

Savaş ve çatışmaların ötelendiğini görüyoruz.

Covid-19 birçok şeyi sorgulamamıza sebep olacak gibi duruyor.

Dünyada nerenin güvenli olduğu şimdilik covid-19’un yayılmasına paralel değerlendiriliyor olsa da hastalığın her yere yayılması biyolojik ortaklığımızın ve küresel dünyamızın kaçınılmaz bir sonucu gibi duruyor.

Salgın ne bazı Afrikalıların dile getirdiği gibi Avrupa’nın Afrika’ya yaptığı kötülükler karşısında cezalandırılması, ne Yemen, Suriye’de yapılan zulümlerin bir cevabı, ne de ezilenlerin yaşadıklarına karşılık ilahi bir sarsma yada uyarı.

Adil bir virüs olduğu, herkese bulaşabildiği ve hasta ettiği doğru ama daha önceki salgınların da gösterdiği gibi, daha az imkan daha büyük yıkım anlamına geliyor. Ne yazık ki bu salgında en tehlikede olan gruplar; bütün ülkelerin ötekileri, yoksullar, mülteciler, evsizler.

Salgının yayılmasıyla beraber savaşın olduğu coğrafyalarda, su sıkıntısı yaşanan Afrika ülkelerinde, sağlık sistemi ihtiyaca cevap veremeyecek durumda olan yoksul ülkelerde, mülteci kamplarında yaşanacaklar daha acımasız olacaktır.

Mültecilik zorunluluğu ifade eder. Mültecilik; insanın bulunduğu yerde yaşamını tehdit eden somut tehditten kaynaklı korku duymasını, sığınma aramasını ve güvenli bir yere kaçmasını ifade eder. Peki, şuan dünyada güvenli yer neresi? Hangimiz nereye kaçabiliriz? Ya da güvenli bir yer olması durumunda (yüzde iki, dört oranında ölümle sonuçlanan) bu salgından kaçabilmek neler yapardık?

Şuan bütün insanlık için var olan salgın tehdidi aynı zamanda mülteciliği anlamamıza, yaratılan toplumsal eşitsizlikleri görmemize ve savaşa yatırılan ekonomilerin yararımıza olmayacağını anlamamıza imkan veriyor.

Korona salgını, devletlerin egemenlik ve savaş kıskacında şekillenen ekonomik politikalarının doğaya, ekolojik dengeye olduğu gibi insan refahı, sağlığı için de bir tehdit olduğunu gösterdi.

Salgınla mücadelenin yoğun geçtiği, hayatın insanlar için felç ama doğa ve diğer canlılar için rahatlama, yenilenme imkanı bulduğu bu dönem daha önceki salgınlara nazaran daha az insanın ölümüyle atlatılacak. Fakat salgın sonrasında, ekonomileri yıpranan devletler, büyüyen işsiz kitleler, bazı iş kollarında daralmalar ve nihayetinde yeni yaklaşımları kaçınılmaz hale getiren bir tabloyla karşı karşıya kalacağız.

Her ne kadar birbirimizi sevsek de sevmesek de, anlayışlarımız, düzenimiz farklılıklar gösterse de insan olmanın biyolojik ortaklığında ve var olan politikaların insan yararına olmadığının bilincinde olarak, bu yeni egemenden ders alarak doğaya sahip çıkıp bir arada yaşamanın adil bir yolunu aramamız gerekiyor.

Eşitsizliğin keskinleşip daha fazla insanın zor durumda olacağı salgın sonrası geleceği, yeni bir düzen arzusu ve daha sert politikaların kabulü arasında yapılacak tercih belirleyecek.

Read Previous

Elimi Bırakma kitabı üstüne

Read Next

Mülteci işçiler yazdı: Tercih şansı bırakmadılar, direkt açlığı reva gördüler