Kültürler bir araya gelemeden, bir arada yaşayamadan ve hala “öteki”ni bir tehdit olarak algılarken bir diyalogdan bahsedilebilir mi? Çiçek Şahin yazdı.
16 Ekim 2008’de Brüksel’de düzenlenen zirvede AB Devlet Başkanları oybirliğiyle Avrupa Göç Paktı’nı kabul ettiler. Şimdiye kadar her biri farklı göç ve sığınma politikaları uygulayan AB ülkelerinin artık hukuki bağlayıcılığı olmasa da ortak bir göç politika belgesi var.
Bu paktın imzalanması ile 1995’ten beri, sınırları birleştiren Schengen antlaşmasını uygulayan Avrupa ülkeleri, göç konusunda nihayet ortak standartlara ve ortak bir anlayışa kavuşuyor. Peki bu paktın oluşturulması ve tüm üye ülkeler tarafından kabul edilmesinin Sarkozy’nin Avrupa dönem başkanlığı dönemine rast gelmesi bir tesadüf mü? Tabii ki de değil.
Sarkozy dönem başkanlığı görevine başladığından beri bu paktın kabul edilmesi için tüm ilgili taraflara yönelik ikna turları düzenliyordu. Amaç Avrupa’daki göç politikalarını harmonize etmek olduğu kadar, aşırı göçmen akışıyla baş edemeyen İtalya, İspanya, Yunanistan, Malta gibi ülkelerden giriş yapıp Fransa, İngiltere, Almanya gibi ülkelerde çalışan kaçak göçmenleri kontrol altına almak ve Fransa’nın son dönemlerde uyguladığı « seçilmiş göç » politikasını tüm Avrupa geneline yaymak.
“Seçilmiş göç” Fransa’nın ve hatta İngiltere’nin şu anda sürdürdüğü göç politikalarını özetleyen bir anlayış. Bu anlayış, ülkenin aldığı tüm sığınma ve göç başvurularını kabul edemeyeceği, bu nedenle bu konuda genel geçer bir anlayış kabul etmektense kişiye ve duruma özel bir değerlendirme yapılması gerçeğinden yola çıkıyor. Bu sistemde daha iyi bir yaşama kavuşmak için 3.dünya ülkelerinden Avrupa’ya göç etmek isteyen insanlardansa, 3.dünya ülkelerinin en iyi beyinleri ve yetenekleri Avrupa kıtasına çekilmeye çalışılıyor. Bunun dışındaki göçmenlik başvuruları ise kabul edilmiyor. Paktın getirdiği Mavi Kart uygulaması da bunun bir parçası. Ülkesindeki zorlu ekonomik ve siyasi koşullardan dolayı AB’ye göç etmek isteyen insanlara ise Paktın önerisi Avrupa kapılarını kapatmak ve bu bölgeleri ve insan topluluklarını “yerinde kalkındırmak”. Fransa’da “co-développement” olarak anılan bu anlayış da böylece bu pakt ile birlikte Avrupa politikası haline geliyor. Bu pakt ile birlikte İspanya ve İtalya’nın daha önce uyguladığı yasadışı göçmenlere yönelik toplu aflar da tamamen yasaklanıyor ve de hali hazırda Hollanda, Fransa gibi ülkelerin uyguladığı göçmenlerin ev sahibi ülkeye taahütlerinden oluşan “entagrasyon antlaşmaları” da Avrupa politikası haline geliyor.
Ortak bir Avrupa Göç Politikasının oluşturulması ortak sınırlara sahip AB ülkeleri arasında bu konuda farklı standartlar uygulanmasını önlemek için gerekli bir adım. Fakat, Fransa’nın başı çektiği bu göç politikası adeta AB’nin etrafına taş duvarlar örüyor ve göç yükünü AB’ye komşu olan Fas, Türkiye, Ukrayna gibi ülkelerin sırtına yüklüyor. Paris’te 19 Ekim 2008’de düzenlenen ve binlerce vatandaş ve sivil toplum kuruluşu temsilcisinin katıldığı gösterinin de sloganı AB’nin bir kaleye dönüşmesi konusundaki endişeleri doğruluyor: “Duvarlar değil, köprüler örelim !”.
Tüm bunlar olurken paralel şekilde AB 2008 yılını Avrupa Kültürlerarası Diyalog Yılı olarak ilan etti ve kutladı. Avrupa’nın dört bir yanında kültürlerarası diyalogun önemini hatırlatan etkinlikler düzenlendi. Avrupa Konseyi’nin yayınladığı Kültürlerarası Diyalog konusunda Beyaz Sayfa’ya göre ise kültürlerarası diyalog günümüzün çok kültürlü toplumlarının yönetilmesi için, karşılıklı hoşgörünün arttırılması ve demokrasinin iyi bir şekilde işlemesi için kilit önem taşıyor. Avrupa Birliği bu konuda eski “multiculturalism”- çok kültürlülük anlayışını yetersiz bularak kültürler arasında bir karşılıklı diyalog ve öğrenme süreci olması gerektiğini savunuyor. Peki AB göç konusunda çevresine duvarlar örerken, “sıfır göç” politikasını tüm vize ve oturma izni uygulamalarına yayarken, iltica başvurularını komşu ülkelere devrederken, asimilasyona varan entegrasyon antlaşmaları geliştirirken ve yabancıları güvenliğine ve refahına bir tehdit olarak görürken 2008 yılı boyunca popüler hale gelen “Kültürlerarası Diyalog” anlayışı ne kadar inandırıcı olabilir? Kültürler bir araya gelemeden, bir arada yaşayamadan ve hala “öteki”ni bir tehdit olarak algılarken bir diyalogdan bahsedilebilir mi?
Çiçek ŞAHİN
Yorum yazabilmek için oturum açmanız gerekir.